MERHABA... DİN KÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ ÖĞRETMENİ OSMAN YALÇINTAŞ'IN WEB SİTESİNE HOŞGELDİNİZ

   
 
  DÖRT HALİFE

.::: HULEFÂ-İ RÂŞİDÎN DEVRİ :::..

EBÛ BEKİR (radiyallahu anh.)
  
571'de doğdu. Teym Oğulları Kabîlesi'nden Köklü, geniş bir aileye mensup; içki, kumar, put gibi câhiliye âdetlerinden uzak yaşamış; kumaş, elbise ve altın ticaretiyle meşgul olmuş, bugünkü tâbirle ithalat ve ihracat yapan bir tüccardı. İsmi Abdülkâbe iken, Resûlullah 'Abdullah" şeklinde değiştirmiş.
   Yemen'den döndüğünde Peygamberimize vahiy geldiğini duymuş: "O söylüyorsa doğrudur" demiş. Çünkü arkadaşı Hazreti Muhammed'in ahlâkına hayrandı, diğerlerinin de ahlâksızlığından tiksiniyordu.
Düzgün bir aile hayatı yaşayıp, üç oğlu, üç kızı vardı. İlk müslümanlardandı.
   Erkam (r)ın evinde toplanıp, Resûlullah'ı dinliyorlardı. Müslümanların sayısı otuz sekize varmıştı, izin alıp Kabe'de tebligat yaptı: "Ey insanlar, Allah'tan başka ilâh yoktur, Muhammed O'nün elçisidir, artık putlara tapmaktan, câhiliyet âdetlerinden vaz geçin" deyince, ona hücum ettiler, bayıltıncaya kadar dövdüler.
   Hazreti Ebû Bekir, müslümanlara maddeten yardım ettiği gibi Bilâli Habeşî gibi köleleri satın alıp, azâd ediyordu.
   13 sene Mekke'de Resûlullah'la beraber kaldı, beraber hicret etti, Kuba'da mescidin imârında çalıştı, Medine'de de Resûlullah'ın en yakınıydı, her savaşa, her sefere nefer olarak katıldı, hiç kumandan olmadı. Ebû Bekir (r) avuçlar dolusu para veriyordu, Resûlullah, ona dua ediyordu.
   Bedir Muharebesinde oğlu müşrikler tarafında, kendisi mü'minler safında savaşıyordu. Baba ile oğul karşı karşıyaydı.
   Hastalanan Resûlullah camiye gelemeyince, Hazreti Ebû Bekir 17 vakit imamlık yaptı, bir sabah namazında da Resûlullah cemaaat, o da imamdı.
   Resûlullah vefat ettiğinde o: Âli Imran Sûresi'nin 144'üncü âyetini okudu: "Muhammed bir peygamberdir, ondan önce de nice peygamberler gelip geçti. O ölünce İslâm'dan geri mi döneceksiniz? Kim geri dönerse iyi bilsin ki Allah'a zarar veremez. Allah, şükredenlere mükâfatını verecektir."
   7 Haziran 632'de (12 Rebîülevvelde) Resûlullah, beka âlemine göçtü, aynı gün sahabenin ileri gelenlerinin biat etmesiyle Ebû Bekir (r), halîfe seçildi. Bu, iki dereceli seçimdir. Evvelâ halk, Ömer, Osman, Abdurrahman gibi kâmil insanları takdir etmiş, onlar da Hazreti Ebû Bekir'i seçmiş...
   Halîfe, öncekinin yerine geçen demektir. Hazreti Ebû Bekir, yöneticilik sıfatıyla Resûlullah'ın makamına geçince şöyle buyurmuş: "Ey insanlar, sizin en hayırlınız olmadığım halde emir oldum... Vazifemi hakkıyla yerine getirirsem bana uyun, yardım edin, yanlışım olursa îkaz edin, doğruluk emânettir, yalancılık hıyanet..."
   Bu konuşmadan da anlıyoruz ki, halîfenin vazifesi İslâmiyet'i yaşamak ve Müslümanların da İslâm'ı yaşaması için onlara yardımcı olmaktır.
   Halifeliği "Allah'ın vekili" veya "Peygamberin vekili" diye yorumlamak yanlıştır. Vekil değil, o, Allahın dînini yaşayan ve yaşatandır. O, bir yöneticidir, insandır, hatâ edebilir, hatâları kendine ait, vazîfesi ise İslâmî öğretim ve eğitimi sürdürmek, ibâdet imkânını sağlamaktır.
   Bu yönetimde Hazreti Ali şeyhülislâm makâmındadır. Hilâfet Hazreti Ali'nin elinden zorla alınsaydı, o cesur ve âlim şahıs da makamını zorla geri alabilirdi.
   Almadığına göre kendinden evvelki halîfelerin hilâfetini kabul etmiştir.
   Hazreti Ebû Bekir halîfe olunca, Resûlullah'ın hazırladığı orduyu sefere çıkarmadan şu talimatı verdi:
"Hiç kimseye kötülük etmeyin, ganimetten fazlasını almayın, hiç kimsenin azasını kesmeyin; çocukları, kadınları ve ihtiyarları öldürmeyin. Meyve ağaçlarına dokunmayın, hayvanları telef etmeyin, manastırlara girmeyin"
   Üsame (r) nin kumandasındaki ordunun seferi iki ay sürdü, Belka'ya kadar gittiler zaferle geri döndüler.
   Yemen'de Ans kabilesinden Esved isimli biri, peygamberliğini îlân edince, Muaz bin Cebel kumandasındaki ordu bu yöreye gönderildiyse de müslümanlar mağlup oldu. Daha sonra Esved'in sarayına giren üç müslüman onu öldürünce Yemen'deki isyan bastırıldı.
   Mezopotamya'da Benî Yerbu Kabilesi'nden Secah isimli bir kadın peygamberliğini ilân etti, erkeklerden ve kadınlardan topladığı ordunun üzerine, asker sevk edildi. Kadın kaçtı, Müseyleme'ye sığındı, iki yalancı peygamber birbiriyle evlendiler, düğün hediyesi olarak da yöre müslümanlarından sabah ve yatsı namazlarını kaldırdılar. (Nuri Ünlü, İslam Tarihi, 1984)
   Yemâme'de Benî Hanîfe Kabîlesi'nden Müseyleme, İslâmiyet'i red edip peygamberliğini ilân edince Ebû Cehil'in oğlu İkrime kumandasında bir ordu bu bölgeye gönderildi. Fakat Müseyleme'nin askerleri daha fazla olunca takviye kuvvet istendi. Hâlid bin Velid kumandasındaki ordu da gelince isyancılar dağıldı, Vahşi (r), Müseylemeyi öldürdü, müslümanlar iki bin şehid verdi. Secah tekrar İslâm'a döndü.
   İslâm düşmanı Ebû Cehil'in sahabe olan oğlu İslâm ordusuna kumandan olurken, Hazreti Hamza'yı şehid eden Vahşi de müslüman olmuş ve Müseyleme'yi öldürmüştü.
   Necid'de Esed Kabîlesi'nden Tuleyha da peygamberliğini îlân etti. Müslümanlar onun ordusunu dağıttı.

Tuleyha müslümandı, Peygamberimizin vefatından sonra peygamberliğini ilân etti, mağlub olunca tekrar müslüman oldu. Hazreti Ömer zamanında bir nefer olarak Irak seferine katıldı.
   Tâifliler "namaz kılarız, oruç tutarız, zekât vermeyiz" deyince oraya da bir ordu gönderildi.
   Hâlid bin Velid de, yirmi bin kişilik bir kuvvetle Hire üzerine yürüdü, İran'ın gönderdiği ordu mağlub oldu. İkinci defa gönderilen ordu da dağıtıldı. Velece'de tekrar müslümanlar gâlib geldi. Uleys'de toplanan İran ordusuna, bir ziyafet ânında baskın yapan Hâlid bin Velid, sarhoş İranlıları kolayca perişan etti, Hire 633'de cizyeye bağlandı, Enbar şehri alındı, Aynut Temir Kalesi ele geçirildi.
   Yezid bin Ebî Sufyan kumandasındaki ordu Belka yoluyla Şam'a, Ebû Ubeyde Humus'a, Şurahbil Ürdün'e, Amr bin As kumandasındaki ordu da Filistin'e sevk edildi.
   Hâlid bin Velid kumandasındaki ordu Ecnadeyn'de Bizans ordusunu dağıttı. Toplanan Bizanslı askerler Fihl'de de mağlub olunca Suriye'ye çekilmek zorunda kaldılar. Bu sırada, 13 Temmuz 634'te Hazreti Ebû Bekir 63 yaşında vefat etti.
   Hazreti Ebû Bekir, hafızlara Kur'ân'ın sahifelerini toplatarak, bir kitab hâlinde onu Hazreti Ömer'in kızı Hazreti Hafsâ'ya teslim etmişti.
   Hazreti Ebû Bekir halife olunca İslâm'a aykırı hareket eden veya dinden ayrılanlarla mücadele etti. Çünkü Müslüman ismini taşıyan, "Müslümanım" diyen insanın İslamiyet'i yanlış anlaması, yanlış uygulaması, meyvenin çürümesi gibidir. Kendisi çürüdüğü gibi başkalarını da çürütür.

Asıl ismi Abdülkâbe idi, Kabe'nin kulu mânâsına gelen bu ismi Resûlullah değiştirdi. Allah'ın kulu mânâsına gelen Abdullah ismini verdi. Ebû Bekir mahlası da "Deve yavrusunun babası" demektir.
                         ***
   Müşrikler Mîrac hâdisesini Ebû Bekir'e anlatıp:
   "Böyle şeylere de inanılır mı? demişler. Onun cevâbı şöyle olmuş: O dediyse doğrudur!»
   Resûlullah, Hazreti Ebû Bekir'le beraber hicret edeceğini bildirince, sevincinden ağlıyor. Anasından, babasından; çoluk çocuğundan; malından mülkünden ayrılacağına üzülmüyor, Resûlullah'la beraber olacağına seviniyor. Fevkalâde bir bağlılık ve samimiyet!
   O anlatıyor:
   Resûlullah'la beraber mağaradaydık, başımı kaldırıp, baktım düşmanların ayaklarını gördüm.
   "Ya Resûlallah, aşağı baksalar bizi görecekler" dedim. Buyurdu ki "Sus yâ Ebâ Bekir, iki yolcunun üçüncüsü Allah olursa endişe edilir mi?" Kızı Esmâ'nın hazırladığı yiyecekleri yiyip, mağarada üç gün kalmışlar. Yerde bir delik görüyor, topuğuyla kapatıyor ki çıkması muhtemel bir haşere Resûlullah'a zarar vermesin. Nitekim yılan ayağını sokuyor, Ebû Bekir büyük bir acı duyuyor, gözyaşları, dizinde uyuyan Resûlullah'ın yüzüne düşünce O soruyor: ''Ne oldu ya Ebâ Bekir?" Durumu anlatıyor, mübarek tükürüğünü ısırılan yere sürüyor, hemen şifa hâsıl oluyor.
                         ***
   Vekil: Başkasının işini gören, onun selâhiyetini kullanan kimsedir. Dâva vekili; Avukat; millet vekili vesaire...
                         ***
   Medine'de Ebû Bekir ve bazı sahabeler hummaya yakalandılar, Resûlullah dua etti, hepsi iyileşti. Resûlullah buyurdu ki: "İnsanları dost edinseydim Ebû Bekir'i seçerdim." (Buhâri, Salât)
                         ***
   Peygamberimiz, Hazreti Ömer ile Hazreti Ebû Bekir'in ellerini tutarak mescide girerken buyurdular:
   "Kıyamette işte böyle dirileceğiz!"
   Ebû Bekir (r), hangi âyetin ne zaman ve ne sebeble indiğini bilirdi. Peygamberimizin sağlığında bile sahabe bazı konuları ondan sorardı. 142 hadis rivayet etti. Bunlardan biri şöyle:
Resûlullah buyurdu ki: "Doğru olun, doğruluktan ayrılmayın. Doğrulukla iyilik cennetlik sıfatıdır. Yalandan sakının; yalanla kötülük de cehennemlik sıfatıdır. Allah'tan affınızı isteyin, İmandan sonra en hayırlısı af ve afiyettir. Birbirinizi kıskanmayın, düşmanlık etmeyin, ey Allah'ın kulları kardeş olun" (Müsnet, 1).
   Ebû Bekîr-i Sıddık. Sıddık: Sâdık; Kur'ân'a, Peygambere samîmiyetle bağlı. Güvenilir, doğru insan.
                         ***
   -Niçin dinden dönüyorlar?
   İçki, fuhuş, hırsızlık gibi alışkanlıklar zehirli bala benzer, evvelâ tat verir, sonra maddeten ve manen mahveder. Haramlardan tad alanlar canının istediği gibi yaşamak için dinden uzaklaşır.
                         ***
   -Peygamber olmadıkları halde "Peygamberim" demelerinin sebebi nedir? Mevkî, makam hırsı, insanları yanlış yöne sürükler. Servet edinmek, insanlara hükmetmek, itibar görmek için bu yola baş vurabilirler.
                        ***
   Bâtıl dâvalara her şeyini feda edenler varken, Müslümanlar da İslâm'a hizmet etmelidir.
                        ***
   Müsteşriklerden Corcy Zeydan diyor ki: "Müslümanların istilâsı, yerli halkın zoruna gitmiyordu. Çünkü halk, kendilerini ezen, sömüren yöneticilerden kurtulup, Müslümanları tercih ediyordu. Cizye ise Bizanslılara ve İranlılara ödenen vergiden çok azdı.
(Medeniyet-i Islâmiye, 67)
                        ***
   Müslümanlara maaş bağlayarak, onların her zaman savaşa hazır olmasını temin etmişti.
   Müslümanlar saldırgan değildi, İslâmiyet'i ortadan kaldırmak isteyenlerle savaşıyorlardı.
                        ***

HZ. ÖMER (radiyallâhu anh.)
   Hazreti Ömer, 584'te Mekke'de doğdu, Kureyş Kabilesindendir. Okuma yazma bilen, ticâretle meşgul olan, güçlü kuvvetli, astığı astık, kestiği kestik bir insandı. Putperestti, kız çocuğunu diri diri toprağa gömmüştü. Yirmi altı yaşında müslüman olduğunda, müslümanların da sayısı kırka yükseldi, açıktan açığa Kabe'de namaz kıldı. Resûlullah'a en yakın Sahabelerden biriydi. Müşrikler ona ilişemez, eziyet edemezdi. Hicret edeceğini gizlemedi, kimse de mâni olamadı. Savaşların bütününe katıldı, ilmiyle, servetiyle İslâm'a hizmet etti. Kızı Hafsa, Resûlullah'la evliydi.
   Hazreti Ebû Bekir halîfe olduğunda dâima onun yanındaydı. Hastalanınca imamet vazifesini Hazreti Ömer'e devretti. O da on beş gün imamlık yaptı. Son günlerinde buyurdu ki: "Ömer akrabam değildir, onu halîfe seçtim razı mısınız?" Orada bulunanlar razı olup, Hazreti Ömer'e biat ettiler.
   Hazreti Ebû Bekir 634'de vefat edince, Hazreti Ömer "Emir-el Mü'minin" sıfatıyla vazifeye başladı.
Hâlid bin Velid'i ordu kumandanlığından alıp, onun yerine Ebû Ubeyde'yi tâyin etti. Hâlid bin Velid de, Ebû Ubeyde'nin emrinde bir nefer gibi çalıştı.
   Irak seferi için toplanan askere Ebû Mesud es Sakafi"yi kumandan tâyin etti. Bu şahıs Sahabe değildi fakat Sahabeye kumandanlık yaptı, onlar da razı oldular. Fırat'a yaklaştılar, karşı taraftaki düşmana taarruz etmek için, ordunun yarısı köprüden karşıya geçince, düşmanın hücumu başladı. Müslümanların yarısı Fırat'ın bir yanında, yansı da öbür yanındaydı, böylece İran ordusu galip geldi ve Mesut es Sakafi de şehîd oldu. Buna köprü savaşı denir. (634).
   634'te Şam kuşatıldı. Bizans generalinin oğlu olmuştu, eğlenceler düzenlendi, herkes sarhoş olunca, Hâlid bin Velid bir kaç arkadaşıyla ip merdivenlerle kale burcuna tırmanıp, nöbetçileri öldürdüler ve Şark Kapısını açarak askerlerin içeri girmesini sağladılar. Böylece Şam, savaşsız teslim oldu.
   635 'te Saad bin Ebû Vakkas kumandasındaki ordu, Kadîsiye Savaşında İran ordusunu dağıttı. 637'de İran'ın başkenti Medâyin de müslümanların eline geçince, İran'ın tamamı İslâm topraklarına katıldı.
636'da Suriye'de toplanan Bizans ordusunun üzerine gidildi, Yermuk Savaşı ile Bizanslılar Suriye'ye veda ederken Taberiye, Nablus, Yafa, Gazze ve Beyrut da Müslümanların eline geçti.
   637'de Kudüs kuşatıldı, kale kapısının anahtarı Hazreti Ömer'e teslim edildi. Halk dininde, örfünde âdetinde serbest bırakıldı, isteyenlerin Kostantiniye'ye dönmesine izin verildi.
   637'de Celula, Hilyan, Musul ve Ninova fethedildi.
   638'de İslâm ordusu kuzey harekâtına devam ederek, Urfa, Rikka, Bitlis, Ahlat ve Erzurum Müslümanların yönetimine girdi.
   638'de Basra, Ehvaz, Sus ve Cundisabur Müslümanların eline geçti.
   639'da Hicaz bölgesinde kıtlık başladı, Şam ve Basra taraflarında da veba salgınında pek çok Müslüman can verdi.
   641'de Nihavent alınırken, öbür tarafta Mısır ve İskenderiye de İslâm topraklarına katılmıştır.
   642 Hemedan, İsfahan.
   643'te Kazvin, Zencan, Berka, Trablusgarb, Rey, Curcan, Taberiye, Şehrezor, Derbent, Horasan Müslümanların yönetimine girdi. Fethedilmeyi de, cizye vermeyi de yönetime girmiş şeklinde ele alıyoruz. Emir-el Mü'minin Hazreti Ömer, bir at aldı, biniciye verdi. "Bunu sür bakalım nasıl?" dedi. Bu sırada at sakatlanınca geri vermek istedi, adam razı olmadı. Kadı Şureyh'e gittiler, İki tarafi dinleyen Kadı şu kararı verdi: "At sahibinin rızâsı olmadan denenmişçe geri verilmez!"
   Emir-el Mü'minin de bu karara razı olup: "İşte hak ve adalet budur" dedi.
(Algül ve Çetin, İslâm Tarihi, 1991, c.2, sh.313)
   Buyurdular ki: "Bir kişinin cennete gideceğini söyleseler derim ki acaba ben mi? Deseler ki bir kişi cehenneme gidecek derim ki acaba ben mi?"
Havfla recâ (korkuyla ümit) arasında bulunmaya bir ölçü...
                       ***
   Hutbe okurken buyurdular ki: "Ey mü'minler dinleyin"
   Cemaatten biri:
   -Hayır, seni dinlemiyorum!
   -Neden?
   -Ganimetten aldığın yarım kumaşla bu elbiseyi nasıl yaptırdın?
   Cemaatin içindeki oğluna hitaben:
   -Ey Abdullah, kumaşını bana bağışlayınca, bu elbiseyi yaptırmadım mı?
   -Evet, hisseme düşen kumaşı babama verdim...
   Evvelki şahıs:
   -Öyleyse söyle, seni dinler ve itaat ederiz...
   Hazreti Ömer ellerini açıp:
   -Rabb'im sana hamd olsun ki beni kontrol eden kulların var.
                       ***
   Bir dilencinin yanına yaklaştı:
   -Niçin dileniyorsun?
   -Ben gayrimüslimim, yaşlandım, çalışamıyorum, fakir düştüm...
   Hazreti Ömer buyurmuş ki:
   -Genç iken çalışan, cizye veren bu insana yaşlandığında bakacağız.
   Ona maaş bağlatmış.
                       ***
  Hakla bâtılı ayırdığı için ona faruk dediler.
                       *** Hazreti Ömer hakkında bazı Hadîs-i Şerifler: "Benden sonra peygamber gelseydi, Ömer olurdu." (Ahmed bin Hanbel)
   "Şeytan, Ömer'den muhakkak korkar." (Taç, Fedâil)
                       ***
   Müslüman olduktan sonra buyurdular ki: "İki şeyi hatırlar, birine ağlar, birine gülerim. Kızımı diri diri toprağa gömdüğüme ağlarım; helvadan put yapar, acıkınca yerdik, ona da gülerim."
                       ***
   639'da Şam'la Basra taraflarında veba salgını çıktı yirmi beş bin Müslüman öldü.
Algül ve Çetin, c.2, sh. 299
                       ***
   Ubey (r), Halîfe Hazreti Ömer'den davacı oldu. Kadı Zeyd ise Halîfe'yi sanık sandalyesine oturtmak istemeyince Hazreti Ömer (r) buyurdu ki: "Senin huzurunda, halktan birisiyle Ömer eşit değilse sen kadı olamazsın."
Algül ve Çetin, c.2, sh. 313
                      ***

HZ. OSMAN (radiyallâhu anh.)
   Kasım 644'te Hazreti Osman (r), hem Şûra Ashabı (6 kişilik meclis) tarafından seçilerek, hem de havassın bey'âtı ile halifelik makamına oturdu.
   Gerek Resûlullah, gerekse halîfeler devrinde saray da, muhafız alayı da yoktu. Bunlar sevad-ı azama ittibâ edip, halk gibi yer, halk gibi gezer, halk gibi yaşardı.
   Çıkan isyanları bastırmak için Azerbaycan, Ermenistan ve Mısır taraflarına ordular sevk edildi.
   Bizans imparatorluğu kaybettiği ülkeleri geri almakla yetinmeyip, İslâmiyet'i ortadan kaldırmak için seferber olmuştu.
  647 yılında isyanlar bastırılmış, Şam Valisi Muaviye (r) deniz seferleri için çalışmalarını hızlandırmıştı.
   649'da Larnaka'dan Kıbrıs'a çıkarma yapan Müslümanlar, gereken anlaşmayı yapıp, bu adayı da İslâm sınırlan içine kattılar.
   Burada da isyan çıkınca 653 yılında Kıbrıs fethedildi.
   Amiral Abdullah bin Kays (r), elli sefer yaparak Akdeniz hâkimiyetini sağlamaya çalışırken, Bizans İmparatoru beş yüz gemiden oluşan donanmasıyla, Fenike yakınlarına kadar geldi. Müslümanlar ilk defa açık deniz muharebesine katıldılar, Bizans donanması imha edildi, kral yaralı olarak Sicilya'ya kaçtı. Bu savaşta Abdullah bin Saad kumandasındaki ordu, büyük zafer sağladı.
   651'de Horasan'da çıkan isyan bastırıldı
   Nişabur alındı, Tus'la, Herat'la anlaşma yapıldı.
   652 Rodos fethedildi.

Yine bu yıl İslâm orduları Hazar Türkleri'yle karşılaştı.
   Onun yönetimi bazı kimseleri memnun etmemişti.
   Abdullah ibni Sebe, Hazreti Muhammed'in (S.A.V.) İsa aleyhisselâm gibi dünyaya döneceğini; hilâfetin Hazreti Ali'ye (r) ait olduğunu yayıyordu.
   Bir tarafta isyanları, fetihleri ve Bizans'ı düşününüz, beri tarafta da İbni Sebe'nin ve ona uyanların uğraştığı şeylere bakınız...
   İbni Sebe gibi insanlar kıyamete kadar olacaktır.
   Bir kısım valilerin hatâsı, Küfe gibi beldelerde fitne ateşini körükledi. Avamdan pek çok kimse Hazreti Osman'ı (r) beğenmemeğe başladı.
   Resûlullah'ın yanında îtibar sahibi olan bu insan, İslâm'ı bilmeyenlerce "Hâin ve düşman" ilân edildi. Ne yazık ki bu hâl de insanlık tarihi boyunca devam edecektir.
   İslâmiyet hızla yayıldı. İlim ve ibâdet, deve hızıyla, at hızıyla gidemediği için "Müslüman" sıfatına mazhar olanlar, İslâmî bilgilerden pek az pay almıştı.
   Şekildeki değişimi, aynı hızla iç dünyaya aksettirmek mümkün değildi.
   İslâmiyet, onların dünyasına giremezken, onlar örf ve âdetlerini, hatta bâtıl itikatlarını ve bilgilerini İslam'a sokabildiler, böylece İsrâiliyat, hurafeler, bid'atler yaygın hâl aldı.
   Hâşimîler, Emevîler, Kureyşîler, Farslar, Bizanslılar, Yahudiler, Hıristiyanlar, hatta Muhacir ve Ensar... Irkçılık, kavmiyetçilik, kabîlecilik, intikam ve kin... Kısacası câhiliye âdetleri bâzı bölgelerde diken gibi filizleniyordu.
   Sûreleri bir araya toplayan onu Kitab yapan, lehce farklarını gideren, tecvidde birlik sağlayan seksen yaşındaki bu aziz sahabe Emir-el Mü'minin, isyancılar tarafından kuşatıldı.
   İsyan edenlerin kanı akmasın diyen bu merhamet âbidesi; Kur'an okurken, başına inen demirle şehid edildi ve gördüğü rüyasına göre Resûlullah'la beraber iftar etti. (656).
   Vazife verdiği akrabalarının yetersizliği onu zor duruma düşürdü. Malzemenin kalitesiz olması, sanatkârı da, sanat eserini de gizledi. Öz görülmedi, kabuk işe yaramadı.
   İslâm'ın dışındaki her şey İslâmiyet'le mücâdele halindedir. Müslüman da olsak yerimizi iyi tâyin etmek zorundayız.

Hazreti Osman (r), ilk on Müslümandan biridir. Habeşistan'a ve Medine'ye hicret etmiş; cennetle müjdelenmiş, Aşere-i Mübeşşere'dendir.
   Tebük Seferi sırasında Medine'de kıtlık vardı. İslâm ordusunun hazırlanması için Hazreti Osman üçyüz deve ve bin altın vererek Resulullah'ın duasını aldı.
   Halife olunca Müslümanları altı sene en güzel şekilde idare etti. Mervan ve Velid bin Ukbe gibi akrabalarının hatalı hareketleri sebebiyle, çok yumuşak huylu olan bu Halîfe'nin düşmanları arttı. İslâmiyet'i bilmeyen, mevki, makam düşkünü Müslümanlar, isyanı başlattı. Şam'a veya Mekke'ye hicret etmek istemedi. Hazreti Ali'nin yardımını kabul etmedi. "Benim yüzümden Müslüman kanı akmasın" deyip, orduyu harekete geçirmedi. Halîfe'nin evine giren âsîler, onun mübarek başına demirle vurdular, kanı okuduğu Kur'an'ın sahifesine aktı, şehîd oldu. Oruçluydu, gördüğü rüyaya göre iftarı Resûlullah'la yaptı.
   Hadis:
   Osman cennettedir. (Müslim, Fedâil-üs Sahabe)
                       ***
   İslâmiyet'in temeli haramlardan kaçmaktır. Haramların başında da cinayet gelir. Çünkü kan akıtmak kolaydır fakat kanın nerede duracağı bilinmez.
                       ***
HZ. ALİ (radiyallâhu anh.)
   İsyancılar, Hazreti Osman'ı şehid ettikten sonra hâkimiyetlerini sürdürdüler. En kısa zamanda birisinin halîfe seçilmesini istediler. Halîfenin olmaması aleyhlerindeydi. Karışıklıklar daha artabilir, daha büyük olaylar çıkabilirdi. İsyanla bütünleşen bu insanlar aslında Mısırlı, Kûfeli ve Basralı olarak üç kısımdı. Kendi aralarında daa ihtilâfa düşebilirlerdi.
   Neticede Hazreti Ali'de karar kılındı.
   24 Haziran 656, cuma günü... Cinayetin üzerinden yedi gün geçmişti ki Mescid-i Nebevî'de toplanıp, Hazreti Ali'ye bey'ât ettiler. O da hutbesini okudu.
   Talhâ ve Zübeyr gibi sahabeler, Hilâfet makamına gelen Hazreti Ali'den icraat istemelerine karşılık o da: "Duruma isyancılar hâkim, git desem gitmezler. Bu durumda katili de bulup çıkarmamız mümkün değil, bekleyeceğiz, er veya geç bunlar gidecek, o zaman şer'î hüküm yerine getirilir." buyurdu.
   Nitekim bey'âtın üçüncü günü âsilerin şehri terk etmeleri istendiği halde, hiç kimse bu emre uymadı.
   Hazreti Ali gereken yerlere valiler tâyin etti, sâdece Yemen Valisi makamına oturdu, diğerleri geri dönmek zorunda kaldılar.
   Emrini dinlemeyen valilerin bey'ât etmesi için elçiler ve mektuplar gönderdi. Şam Valisi Muâviye (r)
Hazreti Osman'ın katilinin bulunup, cezalandırılmasını istiyordu.
   Durum şu:
   Ümeyye Oğulları ki başta Hazreti Muâviye, âsilerin topyekün cezalandırılmalarını, bu arada katilin de katledilmesini istiyorlardı. Çünkü Hazreti Osman da Ümeyye oğullarındandı. Bir nevi kavmiyetçilik başlamıştı.
   Halîfe ise isyancıların Medine'den ayrılıp, memleketlerine gitmelerini, devletin duruma hâkim olmasını, o zaman katili bulmak için gerekli soruşturmaların, araştırmaların yapılmasını daha uygun buluyordu.
   Evet, iki taraf arasında bir içtihad farkı vardı amma (şemada da görüleceği üzere-Resulüllah'ın Sülalesi sayfasına bakınız!) Abdülmenaf 'in iki oğlunu ele alalım: Abdüşşems ve Hâşim...
   Abdüşşems'in oğlu Ümeyye... İşte Hazreti Osman, Hazreti Muâviye ve Emevîler bu koldan...
   Hâşim'in oğlu da Abdülmuttalib, Hazreti Ali de onun torunu...
   Demek ki Hâşimoğullarıyla Ümeyyeoğulları karşı karşıya gelmişti.
   Elbette İslâmiyet'te kabîle, boy taraftarlığı olamazdı.
   Olamazdı amma, bir Müslüman'ın her hâli, her tavrı da İslâm'a uygun olmayabiliyordu. Bu sebeble İslâmiyet bir iken, Müslümanlar çeşit çeşitti.
   Müslümanlar, İslâmiyet'ten uzaklaştığı ölçüde dünyada cezalarını çektikleri gibi âhirette de ceza görecekleri âyet ve hadislerle sabittir.
   Şam Valisi Muâviye'nin (r) isyanı üzerine, Halîfe ona savaş ilân edip, asker toplamağa başladı.
   Müslümanlar şu gruplara ayrılmıştı:
   1-Hazreti Ali taraftarları,
   2-Hazreti Muâviye taraftarları,
   3-Hazreti Âişe, Hazreti Zübeyr ve Hazreti Talhâ grubu,
   4-Hazreti Ömer'in oğlu Hazreti Abdullah gibi: "Dış düşmanlara karşı savaşırız, dâhilde kılınç çekilmez" diyen tarafsızlardır.
   5-İbni Sebe taraftarları yâni münafıklar.
   Basra yakınlarında taraflar anlaşma, barışma imkânını bulup, herkes uykuya dalmışken İbni Sebe'nin adamları hem Halîfe ordusuna, hem de Âişe taraftarlarına saldırıda bulunup, pek çok kimseyi şehîd ettiler.
   Halîfe ordusu Âişe taraftarlarının, Âişe taraftarları da halîfe ordusunun saldırdığını zannederek, akşam yapılan anlaşmayı, sabahleyin savaşa döndürdüler.
   Hazreti Âişe annemiz deve üzerinde bulunduğundan buna Cemel Vak'ası dendi, 9 aralık 656'da vuku buldu.
   Sonra Hazreti Âişe de Hazreti Ali de işin mâhiyetini anlayıp pişman oldular ve barıştılar.
   İbni Sebe ve taraftarları ise münafıktı. Münafıklar, Müslümanları maddeten ve manen arkadan vuran kimselerdir. Onlardan korunmak çok zordur. İslâm tarihi boyunca münafıklık devam etmiş ve edecektir de... Müslümanlar azamî dikkatle, aşırı derecede birbirleriyle görüşüp, konuşarak münafıkların şerrinden kendilerini koruyabilirler.
   Cemel Savaşında ilk defa sahabeyle sahabe karşı karşıya gelmişti, şehid verildi, âhiretteki durumu Allah bilir.
   Bu olaydan sonra 5 Ocak 657'de Hazreti Ali Kûfe'yi başkent seçti, Medine'den taşındılar.
   Sadece Şam Valisi Muâviye, Hazreti Ali'ye bey'at etmemişti. "Osman'ın katilleri bulunup, cezalandırılsın, ondan sonra bey'at edeyim" diyordu. Bu konu, bir sürü felâketi peşinden sürüklüyordu.
Halîfe'nin topladığı 100 bin kişilik orduya karşılık, Muâviye de 80 bin kişilik orduyla Fırat yakınında karşı karşıya geldiler. Amansız bir savaş sonunda Muâviye'nin ordusu bozulup, geri çekilirken akıllarına bir çâre geldi: Mızraklarının ucuna Kur'an sahifelerini takarak, kendilerini takip eden orduya döndüler: "Gelin Kur'ân'a dönelim, o ne emrediyorsa, ona uyalım..." deyince, Halîfenin askerleri de savaşı durdurdu.
   Taraflar Amr bin As ile Ebû Mûsel Eş'âti'yi hakem seçtiler. Muâviye'nin hakemi, hileli bir yolla, Halîfenin hakemini yanıltınca, Hazreti Ali'nin hilâfetine son verdiler.
   Bu kararı Hazreti Ali taratarları kabul etmediği gibi, bunların içinden bir de Haricîler diye bir grup ortaya çıktı, bunlar Kur'ân'a dayanarak her iki tarafa da karşı çıktılar.
   Mevcutları 12 bini bulan Haricîlerle de Hazreti Ali savaşmak zorunda kaldı, onlar da düzenledikleri suikastler zincirinde Hazreti Ali'yi mescidde vurdular. Ramazanın 15'i, Ocak 661'di.
   Ağır yaralanan Halîfe 3 gün sonra şehîd oldu.
   Kabri bilinmiyor.

Hazreti Ali de, Hazreti Muâviye de ve Hâriciler de Kur'ân'a göre hareket ediyorlardı... Böylece "Te'vil devri" başladı. Aslında Kur'ân'a göre değil de, herkes âyetten anladığına göre hareket ediyordu veya herkesin yakaladığı âyet başkaydı. Bu gibi hallerde hukuk karşımıza çıkar, suçlu olmayan herkesin mal, can ve namus güvenliği olmalı. Bu olmazsa hiç bir şey yok demektir.
   Haricîlerin pek çok İslâmî prensiplere sadâkat gösterip, gerçek bir Mü'min gibi hareket ettikleri şüphesiz. Fakat ihtilâfi körüklemeleri, cinayet işlemeleri İslâm'la bağdaşır gibi değil.
   Hazreti Ali âlim, fazıl bir kimse olduğu gibi, aynı zamanda Şeyh-ül İslâm makâmındaydı, bir de halîfeydi. Ona itaat edilmesi gerekirdi. İîtaat etmeyenler öyle yaralar açtılar ki hâlâ kapanmıyor.
                      ***
   Nasıl ki Hıristiyanlar Hazreti İsa aleyhisselâmı çok sevdiklerini söyleyip, onu insan üstü bir varlık hâline getirdilerse... Şiîler ve Alevîler de Hazreti Ali'yi çok sevdiklerini iddia ederek, Hazreti Ali'yi târihî şahsiyetinin dışına çıkardılar. Aslında Hanefisi, Şafiîsi, Alevîsi, Şiîsi... Bunların hepsi Hazreti Ali'yi sevdiklerine göre, onun gibi Kur'ân okuyup, onun gibi namaz kılıp, onun gibi haramlardan kaçarak İslâmiyeti gerçek mânâda yaşamaları gerekir. İslâm'a uyarak içtimaî yaralar kapanır.
                      ***
   Her devirde Emevîler gibi siyâsîler, Haricîler gibi vurup, kıranlar ve Al-i Beyt gibi ilme, irfana tabî olanlar vardır.
   Pek çok Müslüman da var ki neseben Al-i Beyt'ten olmadığı halde meşreben Âl-i Beyttendir. Yâni İslâmiyet'i ilim ve ibâdet yönünden ele alıp, onların her sözü, her hareketi İslâm'a uygun olur.
                      ***
   Âyet mealleri:
   İçimizdeki beyinsizlerin yüzünden hepimizi helak eder misin Allah'ım?
(A'raf Sûresi, 155)
   Bilenlerle bilmeyenler, hiç bir olur mu?
(Zümer Sûresi, 9)
   Ey müslümanlar Allah'tan nasıl korkulması gerekirse öyle korkun.
(Al-i İmrân Sûresi, 102)
   Allah'a ve Resulüne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin, korku ile zaafa düşersiniz, rüzgârınız kesilir. Bir de sabır ve sebat edin, çünkü Allah sabredenlerle beraberdir. (Enfâl Sûresi, 46)
   Osman (r)'ın evini âsiler sarıp, sıkıntı vermeye başlayınca, başını pencereden çıkarıp: «Ey Allah'ın kulları!» diye bağırdı.
   Hazreti Ali (r), Peygamberimizin sarığını başına sarıp, kılıcını kuşanıp, oğlu Hasan'la, Hazreti Ömer'in oğlu Abdullah'la baraber, Halîfe'nin yanına vardı; selâmdan sonra:
   -Vallahi görüyorum ki, bunlar seni öldürmek istiyor, izin ver onlara, silâhlarımızla karşı koyalım...
   Hazreti Osman:
   -Allah'ı seviyorsanız, benim için Müslüman kanı akıtmayın, kanınız da akmasın!
   Hazreti Ali:
   "Allah'ım, biz elimizden geleni yaptık" diyerek mescide döndü.
   Cemaatten biri:
   -Ya Ali, mihraba geç namaz kıldır...

   -Halife âsiler tarafindan kuşatılmışken, o mescide gelemezken, ben imam olmam, namazımı tek başıma kılıp eve gideceğim...
   Eve giderken Hazreti Hasan yetişip:
   -Babacığım âsiler, Halîfe'nin evine girdi...
Hazreti Ali bir âyet okudu ve ilâve etti
"Onu öldürürler..."
  -Hazreti Osman'ın yeri neresidir?
  -Vallahi cennettir.
  -Katillerin?...
   -Onlar vallahi cehennemlik...
  
Bunu üç defa tekrar etti.
(M.Yusuf Kandehlevi, Hayât-üs Sahabe, 1980 İstanbul, cilt 2 sh. 225)
                     ***
  
Hazreti Ali halîfe iken valilere yazdığı mektuptan bir bölüm:
   "İdareci de insandır, gözü ile görmediği şeyin gerçeğini bilemez, kendisine söylenenler de doğru olmayabilir, o zaman haklıyı, haksızı ayıramaz. Bu sebeble halkla aranızdaki perdeyi kaldırın, halkla yakînen meşgul olun ki, sizden ümidini kesmesin."
(M.Yusuf Kandehlevî, Hayât-üs Sahabe, 1980 İstanbul, cilt 2, sh.228).

HZ. HASAN (radiyallâhu anh.)
   Hicretin dördüncü yılında dünyaya geldi. Babası Hazreti Ali (r), annesi de Hazreti Fatıma (r.a.)'dır. Peygamberimizin torunudur. Peygamberimizin sülâsesi (Âl-i beyt) Hazreti Hasan, Hazreti Hüseyin'le devam etmiştir.
   Hazreti Ali şehid olduğunda, Hazreti Hasan 37 yaşındaydı. 661'de Hicaz, Irak, Horasan, Yemen, Mekke ve Medine ona biat etti. Mısır ve Şam da Hazreti Muâviye'ye bağlıydı. Böylece İslâm'da ilk defa iki halîfe oldu.
   İki halîfenin orduları Medâyin'de karşı karşıya geldi. Bunlar Cemel ve Sıffin savaşlarını görmüş kimselerdi.
   Müslümanların kanı akmasın diye , Hazreti Hasan Hilâfetten vazgeçti. Halîfeliği yedi ay sürmüştü. Hicretin 49'uncu yılında onu zehirlediler 46 yaşında hayata gözlerini yumdu.

HZ. HÜSEYİN (radiyallâhu anh.)
   Hicretin dördüncü yılında dünyaya geldi. Babası Hazreti Ali, annesi Hazreti Fâtıma'dır. Peygamberimizin torunudur. Peygamberimizin nesli (Al-i beyt), Hazreti Hasan'la, Hazreti Hüseyin'den devam etmiştir.
   Babası şehid olunca ağabeyi Hazreti Hasan halîfe olmuş, fakat hakkından feragat etmişti. Hazreti Muâviye'de vefat edince oğlu Yezid onun yerine geçmişti. Hazreti Hüseyin bunu kabul etmedi, Kûfelilerin biat etmesiyle halifeliğini ilân etti. Kûfe'ye geldiğinde kuşatıldı, geri dönmesine de, ileri gitmesine de izin verilmedi. 10 Muharrem 61'de (10 Ekim 680'de), Kerbelâ'da Yezid'in askerleriyle, Hazreti Hüseyin'in yakınları savaştı, yetmiş iki kişi şehid düştü, Kûfelilerden de seksen sekiz kişi öldü.
   Hazreti Hüseyin'in başı Kûfe Valisine götürüldü, böylece onun öldüğü isbatlandı. Sonra bir türbe yapıldı.
   Hazreti Hüseyin 57 yaşında Rahmet-i Rahmân'a kavuştu. Resulullah, torunları Hazreti Hasan ve Hazreti Hüseyin için şöyle dua etti:
   -Allah'ım, ben bunları severim, Sen de sev. Kim bunları severse beni de sevmiş olur. (M.Yusuf Kandehlevî, Hayât-üs Sahabe, 1980 İstanbul, cilt 4, sh.108).
                      ***
   Resulullah buyurmuş ki: "Bu benim torunum, Allah'ın izniyle iki büyük İslâm firkasının arasını ıslâh edecek." (Sahîh-i Buhâri)
                      *** İktidar hırsı öyle müthiş bir şey ki müslüman, müslümana düşman olabiliyor, Peygamberin (sav) torununa bile kıydılar.

ÖMÜR SERMAYESİ TÜKENİYOR...
 
 









BİR AYET-BİR HADİS-BİR DUA
 


 
 
Bugün 47 ziyaretçi (174 klik) kişi burdaydı!

MERHABA... DİN KÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ ÖĞRETMENİ OSMAN YALÇINTAŞ'IN WEB SİTESİNE HOŞGELDİNİZ Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?

Ücretsiz kaydol