MERHABA... DİN KÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ ÖĞRETMENİ OSMAN YALÇINTAŞ'IN WEB SİTESİNE HOŞGELDİNİZ

   
 
  AŞERE-İ MÜBEŞŞERE

AŞERE-İ MÜBEŞŞERE

Aşere-i Mübeşşere kelime olarak ‘müjdelenen on (kişi)’ de­mek olup bilindiği gibi bu ifade Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) tarafından henüz bu imtihan dünyasında yaşarken imti­hanı kazandığı ve ebedî saadet yurdu olan cenneti  kazan­dığı bil­dirilen on güzîde sahâbî hakkında kullanılmaktadır. Ra­sû­lullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bu hususta şöyle buyurmuş­tur: “Ebu Bekir cennettedir, Ömer cennettedir, Os­man cennettedir, Ali cennettedir, Talha cennettedir, Zübeyr cennettedir, Abdurrahman bin Avf cennettedir, Sa’d bin Ebi Vakkas cennettedir, Said bin Zeyd cennettedir ve Ebu Ubeyd­etü’b­nü’l-Cerrah cennettedir.”

Hadiste isimleri bildirilen bu şerefli sahâbîler şunlardır:

1. Ebu Bekir es-Sıddîk

2. Ömer bin el-Hattab

3. Osman bin Affan

4. Ali bin Ebi Talib

5. Talha bin Ubeydullah

6. Zübeyr bin Avvam

7. Abdurrahman bin Avf

8. Sa’d bin Ebi Vakkas

9. Ebu Ubeyde bin el-Cerrah

10. Said bin Zeyd

1-EBU BEKİR ES-SIDDÎK(RADIYALLAHU ANH)

Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) tan 2 yıl sonra 573 yılında Mekke’de dünyaya gelmiştir. Adı Abdullah, ba­ba­sı Ebu Kuhafe lakaplı Osman’dır. Annesi ise, Ümmü’l-Hayr lakaplı Sel­ma’dır. Baba ve anne tarafından, Arap kabile­­leri arasındaki kut­sallığı, asâlet ve yüceliğiyle şanı bü­yük olan ‘Ku­reyş’ kabilesinden olup nesebi Mürre bin Ka’b’da Rasûlü Ekrem’in nesebiyle birleşir.

Rasûlullah’ın nesebi: İsmail (Aleyhi’s-Selam) in soyundan olan Adnan’ın oğlu, Ma’ad’ın oğlu, Nizar’ın oğlu, Mu­dar’ın oğ­lu, İlyas’ın oğlu, Mudrike’nin oğlu, Huzeyme’nin oğlu, Ki­nane’nin oğ­lu, Nadir’in oğlu, Malik’in oğlu, Fihr’in oğ­lu, Galip’in oğlu, Lü­ey’in oğlu, Ka’b’ın oğlu, Mürre’nin oğ­lu, Ki­lab’ın oğlu, Ku­say’ın oğlu, Abdi Menaf’ın oğlu, Hişam’ın oğlu, Abdulmut­ta­lip’in oğlu, Abdullah’ın oğlu, Mu­hammed.

Ebu Bekir’in babası Mekke’nin şereflilerindendir. Kendisi ilk Müslüman erkek iken babası Mekke’nin fethi günü Müslü­man olmuştur. Ebu Bekir (Radıyallahu Anh) in babası, an­nesi ve aile fertleri sahâbîlik şerefine erişmişlerdir. Bu yüce şeref başka kim­seye nasip olmamıştır.

Ebu Bekir (Radıyallahu Anh) Müslüman olmadan önce yaşadığı 38 yıl boyunca içki içmemiş, putlara tapmamış, hurafelerden nefret etmiş, dürüstlüğü, fazileti ve insanlığı ile tanınmış bir şahsiyetti. Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sel­lem) ın kayın babası ve ilk halifesidir. Seferde ve mukim­ken Ra­­sûlü Ekrem’in en

sadık ve fedai arkadaşı, en samimi mü­şaviriydi. Arkadaşlığı Kur’an ile tescil edilmiştir. Ra­sûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) vefat ettiği hastalı­ğında son na­mazını onun arkasında kılmıştır.

Ebu Bekir (Radıyallahu Anh) seferde ve hazarda münferit meseleler hariç Rasûlullah’ın yanından hiç ayrılmazdı. En teh­likeli yerde onun yanıbaşındaydı ve yardımcısıydı. Elinde­ki servetinin tamamını İslâm uğruna harcamaktan çekinmez, bu durumda iken “Ailene ne bıraktın?” sorusuna: “Allah ve Ra­sû­lü’nü bıraktım.” diye cevap verirdi. Daha hayatta iken birçok defa cennetle müjdelenmiştir. Sırf Müslüman oldukla­rı için işkence gören 6 yahut 7 köleyi satın alarak hürriyetlerine kavuşturmuştur ki, Bilal (Radıyallahu Anh) onlar­dan biridir. Hakkında birçok Kur’an ayeti inmiştir. Rasûlullah’ın ona: “Sen Allah’ın cehennemden âzâtlısısın.” B­uyur­masın­dan sonra âzâtlı manasına ‘Atîk’ adını aldı. Rasûlullah (Sal­lallahu Aleyhi ve Sellem) bir gün beraberinde Ebu Bekir, Ömer ve Osman (Radıyallahu Anhum) olduğu halde Uhud’a çıkmıştı. Bu esnada dağ onları salladı. Bunun üzerine Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): “Ey Uhud, sabit ol! Bil ki senin üstünde bir Rasûl, bir sıddîk (çok dürüst) ve iki de şehit bulunuyor.” buyurdu.

Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Mekke’de iken İs­lâm’ ın ilk dönemlerinde Hicri İsmail’de namaz kılıyor ol­duğu halde Ukbe bin Ebi Muayt onu ridası ile boğarken Ebu Bekir (Radıyallahu Anh) kurtardı. Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) onun hakkında: “Beni Ebu Bekir’in malının faydalandırdığı kadar hiç kimsenin malı faydalandırmamıştır. Bir dost edinmiş olsaydım mutlaka Ebu Bekir’i edinirdim. Lakin (kendini kastederek) sahibiniz Halilullah’tır.” buyurmuş­tur. Ammar bin Yasir (Radıyallahu Anhuma) onun hakkında: “Rasûlullah’a vardığımda (ilk Müslüman­lardan olarak) beş köle (Bilal, Zeyd bin Harise, Amir bin Fuhayre, Ubeyd bin Zeyd, Ebu Fukeyhe), iki kadın (Hatice, Ümmü Eymen) ve bir de Ebu Bekir’den başka kimse yoktu.” demiştir. Ra­sû­lulah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bir konuda kendisi­ne başvuran kadına, yanından ayrılırken kendisine tekrar müracaat etmesini söylemiş, kadın: “Seni bulamazsam ne yapayım?” deyince ‘‘Ebu Bekir’e müracat et.’’ buyurmuş ve yine: “Ben­den sonra şu iki zâta uyunuz: Ebu Bekir ve Ömer’e.” gibi hadislerde; ölümüyle neticelenen hastalı­ğında Ebu Bekir (Radıyallahu Anh) i imam tayin etmesinde; “Mescitte Ebu Bekir’in kapısından başka bütün kapıları kapa­tın.” ve “Allah ve mü’minler Ebu Bekir’den başkasına razı olmazlar.” buyurmasında kendisinden sonraki halifeye işaret etmiş; kendisine en sevgili olanın sorulmasına “Aişe’dir.” diye cevap ver­miş, “Erkeklerden kimdir?” denildiğinde “Babasıdır.” buyurmuş; “Allah beni Rasûl olarak gönderdiğinde hepiniz beni yalanladınız, Ebu Bekir ise beni tasdik etti, malı ve canı ile bana yâr ve yardımcı oldu.” diyerek onu taltif etmiş; “Ebu Bekir ve Ömer, Nebi ve Rasûllerden başka önceki ve sonrakilerden cennet ehlinin orta yaşlılarının efendileridir.” buyurarak onun Allah indin­deki değerini bildirmiş; ayrıca onun cennete cihat edenler, sadaka verenler ve oruç tutanlar kapılarından çağrılacağını haber vermiştir.

Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ın İsrâ ve Mi'raç hâdiselerini anlatmasını garipseyen Mekke müşrikleri, bu an­latılanları Ebu Bekir’e anlatınca: “Muhammed söylediyse doğru söylemiştir.” diyerek onu kayıtsız şartsız tasdik etmiştir. Yine Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ço­banla konuşan kurt ile sırtına binen sahibine: ‘Ben bunun için yaratılmadım.’ diyen öküzün kıssalarını anlatınca sahâ­bîler hayret etmişler, bunun üzerine Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) kendileri yanında olmadığı halde: “Ben, Ebu Bekir ve Ömer bu hayvanların böyle söylediğine inanıyo­ruz.” diyerek her hâl­de Ebu Bekir’in kendisini doğrula­dığını beyan etmiştir.

Ebu Bekir es-Sıddîk (Radıyallahu Anh) ın sahâbîler nez­dinde de değeri makbuldü: İbni Ömer (Radıyallahu Anhu­ma): “Biz Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) zama­nında insanlar arasında ‘Falan falandan, fulan fulandan hayırlı.’ diye konuşurduk. Neticede Ebu Bekir’i, sonra Ömer’i, sonra Osman’ı hayırlı bulurduk.” demiştir. Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) vefat edince Ensar, Sa’d bin Ubade’yi halife yapmayı konuşurken beraberinde Ömer ve Ebu Ubeyde (Radıyallahu Anhuma) olduğu halde Ebu Bekir (Radıyallahu Anh) yanlarına gelmiş, onlara hilafe­tin Kureyş’ten olması ge­rektiğini izah etmiş ve yanındaki iki kişiden birine biat edilmesini istemişti. Bunun üzerine Ömer (Radıyallahu Anh): “Ha­yır, biz sana bey’at ediyoruz. Çünkü sen seyyidimiz, en hayırlımız ve Rasûlullah’a en sevgili olanımız­sın.” demiştir.

Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ın vefat haberi geldiğinde insanlar inanamamış, şuurlarını kaybetmiş ve ne yapacaklarını şaşırmışlardı. Hatta Ömer (Radıyallahu Anh) Al­lah’a yemin ederek “Muhammed ölmedi.” diye bağırıyor, Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ın öldüğünü söyleyen­leri öldüreceğini haykırıyor olduğu bir hâlde, meta­net sa­hibi Ebu Bekir (Radıyallahu Anh) insanlara bir hutbe irad ederek: “Her kim Muhammed’e tapıyorsa bilsin ki o ölmüştür ve her kim Allah’a ibadet ediyorsa bilsin ki Allah ölmez. Allah, Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) hak­kında: (Mu­hakkak sen de öleceksin, onlar da ölecekler) ve (Muham­med ancak bir rasûldür. Ondan evvel daha nice rasûller gelip geçmiştir. Şimdi o ölür ya da öldürü­lürse ökçelerinizin üzerinde (geriye) mi döneceksiniz? Kim böyle yaparsa elbette Allah’a hiç­bir şeyle zarar veremez…) buyurdu.” deyince Ömer ve halk teskin olmuş, onun vefatına inanmış ve sessizce ağlama­ya başlamışlardır.

Zekatın dindeki yeri, onun hilafeti döneminde zekatı verme­yenlerle savaşması ve onları öldürüp esir yapmasıyla daha iyi anlaşılmıştır. Kendisinden 142 hadis rivayet edilen Ebu Bekir (Radıyallahu Anh) in hilafeti 2 yıl 3 ay 8 gün sürdü. Bu süre zarfında irtidat eden kabilelere ve yalancı Nebilere karşı mücadele ederek hepsini alt etmiş ve İslâm’a eski saygınlığını kazandırmıştır. Irak’ı cizyeye bağladı, İran’ı İslâm topraklarına kattı. Rumlara karşı görevlendirdiği or­duya şu mesajı göndermişti: “Siz Allah’ın savaşçılarısınız, O size yardım edecek, kafirleri yenilgiye uğratacaktır. Hiçbir ordu azlığından dolayı yenilmez, ancak günahları sebebiyle yenilir. Günahlardan sakının, namazlarınıza dikkat edin.” Bu sa­vaşta Rumlar 120.000, Müslümanlar ise 24.000 kişi idiler. Gerçekten de Müslümanlar 3.000 şehit ile bu orduyu dize getirmişti.

Ebu Bekir (Radıyallahu Anh), Ömer’in savaşlarda şehit olan hafızlardan endişelenerek yaptığı tavsiye ile Zeyd bin Sabit (Radıyallahu Anh) i görevlendirerek Kur’an sahifelerini ilk defa toplatıp bir araya getirdi.

Sıtmaya yakalanarak yatağa düştü. Bu hastalığı 15 gün sürdü. Cemaate Ömer (Radıyallahu Anh) i imam tayin et­mişti. Osman (Radıyallahu Anh)  a bir vasiyet yazdırdı. Bu va­­­siyette kendinden sonra halife olarak Ömer’i atamıştı. Ra­sûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ın yanına gömülmeyi va­siyet ederek hicrî 13. yılda Cemaziyelahir ayının 8. günü vefat etti.

2. ÖMER BİN EL-HATTAB (RADIYALLAHU ANH)

Fil olayından 13 yıl sonra miladî 584 yılında Mekke’de doğdu. Babası Hattab, annesi Ebu Cehil’in kız kardeşi Han­seme binti Hişam’dır. Kureyş kabilesinin ileri gelenlerindendir. Baba tarafından nesebi Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile Ka’b bin Lüey’de birleşir.

Ömer (Radıyallahu Anh) de, Ebu Bekir gibi Rasûlü Ek­rem’ in kayın babası ve ikinci halifesidir. Cesareti, kahraman­lığı, adaleti ve dirayetiyle dünyaya nam salmıştır. Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) tarafından hak ile batılı birbirin­den ayırt eden manasına gelen ‘Fâruk’ lakabı ile lakap­lan­dırıldı. Ömer (Radıyallahu Anh) in hak dini seçme­siyle Müslümanların sayısı 40’ı buldu ve o gün Müslümanlar dışarı çı­karak İslâmiyetlerini ilan ettiler. İbni Mes’ud (Radıyallahu Anh): “Ömer Müslüman olduğundan beri hep izzetli olmuşuz­­dur.” demektedir. Müslümanlığını ilk açığa vuran kişi de, ‘Emîr’ ul-Mü’minîn’ diye vasıflanan ilk halife de Ömer (Radıyallahu Anh) dir. Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sel­lem) o Müslüman olmadan önce: “Allah’ım! Ebu Cehil ve Ömer bin el-Hattab’dan sana en sevgili olanı ile İslâm’ı aziz kıl!” diye dua etmiştir. Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sel­lem) daha hayatta iken birçok kereler onun cennet­liklerden olduğu müjdesini vermiştir. Kendisi Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) a Ebu Bekir’den sonra insanların en sevgili­si idi. “Allah, hakkı Ömer (Radıyallahu Anh) in dilinde ve kalbinde kılmıştır.” buyura­rak onun Allah katındaki değerine işaret etmiştir. Her ne zaman bir hâdise olmuş ve halk onun hakkında ihtilaf et­mişse Allahu Teâlâ o hâdisede Ömer’in beyan ettiği görüşe uygun ayet indirmiştir. Bunlardan bazılarını zikredelim:

1. Ömer (Radıyallahu Anh): “Ya Rasûlallah! Makam-ı İbra­him’i namazgah edinsek.” demiş, Allah (Azze ve Celle): (…Makam-ı İbrahim’den bir namazgah edinin.) ayetini indirmiştir.

2. Ömer’ul-Fâruk (Radıyallahu Anh): ‘‘Ya Rasûlallah! Em-retsen de eşlerin perde gerisinde bulunsalar. Çünkü onlarla iyi kişiler de konuşabilir, kötüler de.’’ demiş, akabinde (…(Nebi’nin) eşlerinden bir şey istediğinizde perde gerisin­den isteyin. Bu hem sizin kalpleriniz, hem de onla­rın kalpleri için daha temiz bir davranıştır…)ayeti nazil olmuştur.

3. Bedir savaşında Müslümanlar 70 kafiri esir almışlardı. Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) onlar hakkında yapılacak işleme dair sahâbesiyle istişare yaptı. Ömer (Radıyal­la­hu Anh) öldürülmeleri, diğer sahâbîler fidye karşı­lığı serbest bırakılmaları görüşünü ileri sürdüler. Neticede serbest bırakıldılar. Bunun üzerine: (Yeryüzünde ağır basın­caya kadar hiç­bir Nebi’ye esirleri bulunması yaraş­maz. Siz geçici dünya malını istiyorsunuz, halbuki Allah ahireti istiyor... Allah tarafından önceden verilmiş bir hüküm olmasaydı aldığınız fidyeden ötürü size mutlaka büyük bir azap dokunurdu.) ayetleri nazil oldu.

4. Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ın zevcelerinin ikisinden kaynaklanan bir kıskançlık sebebiyle bazı tatsızlık­lar olmuş ve bu olaylar sebebiyle Tahrîm sûresinin ilk ayetleri inmişti. Ömer (Radıyallahu Anh) onlara bu mesele için kızıp: “Eğer Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) sizi boşarsa yerinize Rabbinin sizden daha hayırlılarını vermesi ümit edi­lir.” demiş, akabinde: (Eğer o sizi boşarsa Rabbi ona siz­den daha iyi, kendini Allah’a veren, inanan, sebatla itaat eden, tevbe eden, ibadet eden, oruç tutan dul ve bâkire eşler verebilir.) ayetleri nazil oldu.

5. Münafıkların lideri Abdullah bin Ubeyy bin Selûl vefat ettiğinde, değerli bir sahâbî olan oğlu Abdullah (Radıyallahu Anh) babasının kefeni olmak üzere Rasûlullah’ın gömleğini is­tedi ve babasına cenaze namazı kılmasını talep etti. Ra­sûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) gömleğini verdi, n­a­maz için davrandığında ise Ömer (Radıyallahu Anh) buna razı ol­mayarak: “Allah seni münafıklara namaz kılmaktan neh­yet­tiği halde ona namaz mı kılacaksın?” dedi. Rasûlullah (Sal­lallahu Aleyhi ve Sellem): “Allah beni bu hususta muhay­yer bıraktı. Ben istiğfarımı 70 seferin üzerine çıkaracağım.” dedi ve namaz kıldı. Aziz ve Celil olan Allah da: (Onlardan ölen hiçbir kimseye namaz kılma ve onun kabri başında da dur­ma! Onlar Allah ve Rasûlü’nü inkar ettiler ve fasık olarak öldüler.) ayetini indirdi. Bunun gibi ayetleri İbni Hacer 15, Suyutî 21’e çıkarmaktadır.

Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Ömer (Radı­yal­lahu Anh)i çeşitli cihetlerden övmüş ve faziletini bildir­miştir:

1. Bir defasında “Ben uyurken süt içtim. O kadar içtim ki, şimdi bile onun kanıklığının tırnaklarımdan sızdığını duyuyo­rum. İçtikten sonra artığımı Ömer’e verdim.” demiş, sahâ­bîlerin: “Bunu neye yordun ya Rasûlallah?” sorusuna: “İlme yordum.”  buyurarak, Ömer (Radıyallahu Anh) in ilmî seviyesine işaret etmiştir.

2. Gene Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bir defasında: “İsrailoğullarının içinde öyle kimseler vardı ki, Nebiler derecesinde olmadıkları halde kendilerine ilham olunurdu. Eğer ümmetim içinde de bunlardan bir kimse bulunursa şüphesiz ki o Ömer’dir.” buyurmuştur.

3. Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) başka bir rüya­sını şöyle anlatmıştır: “Bana rüyamda birtakım insanlar arz olundu. Üzerlerinde gömlekler vardı. Gömlekler kiminin me­me­sine, kiminin ise bundan daha az yerine ulaşıyordu. Ömer’in üzerinde ise (eteklerini) yerde sürüdüğü bir gömlek vardı.” Sahâbîlerin: “Bunu nasıl tevil ettin?” sorusuna ceva­ben: “Din ile tevil ettim.” buyurmuştur.

4. Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): “Eğer ben­den sonra Nebi olsaydı, o muhakkak Ömer olurdu.” bu­yurarak onun faziletini, ilmini ve dirayetini izhar etmiştir.

5. Gene ona hitaben: “Ey Ömer! Nefsim elinde olana (Al­lah’a) yemin ederim ki, sen bir yolda giderken şeytan se­ninle asla karşılaşmaz, o muhakkak senin yolundan başka bir yola yönelip gider.” buyurarak insan ve cin şeytanlarının ondan kaçtığını bildirmiştir.

Ömer (Radıyallahu Anh), mal varlığının yarısını Allah için tasadduktan çekinmeyecek kadar cömert bir insandı. Oğlu Abdullah (Radıyallahu Anhuma) onun için şöyle demekte­dir: “Rasûlullah hariç, Ömer derecesinde güzel huylu hiçbir kimseyi katiyyen görmedim. Rasûlullah’ın vefatından Ömer’in hayatının son bulmasına kadar Ömer (Radıyallahu Anh) insanların en ciddisi ve en cömerdiydi.’’

Ömer (Radıyallahu Anh) e Hayber ganimetlerinden çok de­ğerli bir arazi düşmüştü. O, bu araziyi Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile istişare etti ve orayı; mülkiyetinin satıla­mayacağını, hediye edilemeyeceğini ve miras olarak payla­şılamayacağını belirterek ürününün fakirlere, yakın akraba­lara, kölelere, Allah yolunda cihat edenlere, yolda kalmışlara ve yolculara tahsis edilmesi üzere vakfetti.

Ömer (Radıyallahu Anh), “Kıyamet günü bütün nesepler ve sebepler kopmuş olacaktır. Sadece benim nesebim ve sebebim kesilmez.” hadisi sebebiyle Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile nesepçe bağ kurmak için Ali bin Ebi Talib (Radıyallahu Anh) in kızı Ümmü Külsüm ile nikahlanmıştır.

Sahâbîler Ömer (Radıyallahu Anh) den çok çekinirler, bir o kadar da severler ve saygı gösterirlerdi: Ali (Radıyallahu Anh): “Rasûlullah ve Ebu Bekir’den sonra insanların en hayır­lısı Ömer’dir.” demektedir. Gene Ali (Radıyallahu Anh), Ömer vefat ettiğinde onun için gıyaben: “Yaptığın işlerin benzeriyle Allah’a kavuşmak istediğim senden daha sevgili birini arkanda bırakmadın. Allah’a yemin ederim ki, ben Al­lah’ın muhakkak seni iki dostunla beraber bulunduracağını kuvvetle zannediyorum…” demiştir.

Kendisinden 537 hadis rivayet edilen Ömer (Ra­dı­yallahu Anh) in hilafeti 10 yıl 6 ay 15 gün sürdü. Onun zamanında Şam, Ürdün, Irak, Batı Trablus, Ermenistan, Kudüs ve Mı­sır İslâm topraklarına dahil edildi ve insanların lehine İs­lâm hükümleri benzeri vâki olmayacak şekilde kararlaştı. Bunlara pa­ralel olarak ganimet ve servet de çoğaldı.

Ömer (Radıyallahu Anh) hicrî 23. yılın Zilhicce ayının 26. günü sabah namazında iken Mugîre bin Şu’be (Radıyallahu Anh) nin İranlı Mecûsî kölesi tarafından hançerlendi. Bu köle safları yara yara kaçarken on üç kişiyi daha hançerledi ve bunlardan yedisi öldü. Kafir köle yakalanınca intihar ederek kendini öldürdü. Ömer (Radıyallahu Anh) namazı Abdur­rah­man bin Avf’a kıldırttı, namazın bitiminde evine taşındı. Yaraları tedaviye başlanınca önce nebiz, sonra süt içirildi, her ikisi de yaralı olan karnından dışarı çıktı. Bu esnada oğlu Abdullah’a borçlarını hesaplattırdı. Bir devlet başkanı olan Ömer (Radıyallahu Anh) in borçlarının toplamı 80.000 ka­dardı(!) Borçlarının ödenmesini vasiyet etti. Aişe (Radıyallahu Anha) validemize haber gönderterek iki arkadaşının yanına gömülmek için izin istedi. Aişe validemiz ise: “Ben burayı kendim için düşünüyordum ama bugün Ömer’i kendi nef­sime tercih ediyorum.” diyerek izin verdi. Kendisinden son­raki halifeyi tayin etmesi istenince bundan imtina etti ve ha­life tayini için 6 kişilik bir heyet tayin etti. Onlar Ali, Osman, Zü­beyr, Talha, Sa’d bin Ebi Vakkas ve Abdurrahman bin Avf (Radıyallahu Anhum) idi. Gıyabında yeni halifeye nasihat etti ve kuvvetli rivayete göre 63 yaşında vefat etti.

3. OSMAN BİN AFFAN (RADIYALLAHU ANH)

Babası Affan, dedesi Ebu’l-As’dır. Annesi Erva binti Ku­rey­zî olup Müslüman olanlardandır. Lakabı ise Ebu Amr’dır. Hicretten 47 yıl önce milâdî 577 yılında dünyaya gelmiştir. Ebu Bekir (Radıyallahu Anh) in teşvikiyle Müslü­man olmuştur. İman eden erkeklerin dördüncüsüdür (Zeyd, Ali, Ebu Be­kir ve Osman). Beşinci atası Abdi Menaf’ta Rasûlü Ekrem (Sal­lallahu Aleyhi ve Sellem) ile nesepleri birle­şir. Kendisi Ra­sû­lullah’ın üçüncü halifesi, damadı ve Ebu Bekir ile Ömer’­den sonra ümmetin en üstün simasıdır.

Rasûlü Ekrem (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) in kızı Rukay­ye (Radıyallahu Anha) ile evlenmiş, ailesi ile önce Habe­şis­tan’a, sonra da oradan Medine’ye hicret etmiştir. Bedir sava­şı esnasında hanımı Rukayye (Radıyallahu Anha) hasta olduğu için Rasûlullah tarafından bu savaşa katılanla­rın sevabı ve ganimet payı ile vaat olunarak Medine’de bırakıl­mış, ordu savaştayken Rukayye (Radıyallahu Anha) vefat etmiş ve savaş dönüşünde Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), diğer kızı Ümmü Külsüm (Radıyallahu Anha) ü Osman (Ra­dıyallahu Anh) a nikahlamıştı. Bu yüz­den kendisine Zu’n-Nûreyn (İki nûr sahibi) lakabı verilmiştir. Osman (Radıyallahu Anh) bu savaş hariç diğer savaşlara katılmıştır. Rasûlullah (Sal­lallahu Aleyhi ve Sellem) tarafından birçok kere cennetlik­lerden olduğu üzere müjdelenmiştir. İlmi, ameli, cihadı, malının çokluğuyla beraber İslâm uğ­runda büyük maddî fe­dakarlığı ve benzeri birçok meziyetleri ile üstün bir şahsiyete ve mevkiye sahip idi. Yaptığı en önemli işlerden birisi Kur’an’ı çoğaltarak İslâm ülkelerinin sayılı şehirlerine birer adet göndermesidir.

Osman (Radıyallahu Anh) hayâsıyla nam yapmıştı: Ra­sûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bir gün Aişe (Radı­yal­lahu Anha) validemizin hücresinde iki baldırını açmış uzanır olduğu hâlde yanına önce Ebu Bekir (Radıyallahu Anh), biraz sonra da Ömer (Radıyallahu Anh) gelmiş, onların ge­lişi sebebiyle hâlinde bir değişiklik yapmamıştı. Ancak Osman (Ra­dıyallahu Anh) yanına girmek için izin istediğinde hemen doğ­rulup baldırını örtmüş ve onu karşılamıştı. Buna hayret eden Aişe (Radıyallahu Anha) misafirler çıktıktan sonra bunun sebebini sorunca Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): “Ken­disinden meleklerin bile hayâ ettiği kimseden ben hayâ etmeyeyim mi?” diye cevap vermiştir.

Osman (Radıyallahu Anh) servetinden İslâm uğruna cö­mertçe harcayan bahtiyar zenginlerdendir:

1. Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ve sahâbîleri Me­dine’ye hicret ettiklerinde burada Kuba civarındaki Rûme ku­yusundan başka tatlı (içilecek) su bulunmuyordu ve insanlar o kuyunun suyundan ücretle su alabiliyorlardı. Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): “Kim Rûme kuyusunu satın alıp kazdırır ve vakfederse cennette o kuyudan daha hayırlısı onundur.” buyurmuş, bunun üzerine Osman (Radıyallahu Anh) bu kuyuyu satın alarak vakfetmiştir.

2. Tebuk Seferi, kıtlığın şiddetli olduğu bir seneye ve ya­zın en sıcak olduğu bir zamana tesadüf ettiğinden bu sefere ‘Sı­kıntı Seferi’, bu sefer için hazırlanan orduya da ‘Sıkıntı Ordusu’ denilmiştir. Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): “Sıkıntı Ordusu’nu kim donatır, teçhiz ederse onun için cen­net vardır.” buyurmuş, müteakiben Osman (Radıyallahu Anh) bu orduyu ticaret kervanı olan develerinden 950 deve ve 50 at ile teçhiz etmiş, ayrıca Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) nin yanına girerek 1000 dinar para vermiştir. Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) o paraları eliyle altüst eder ol­du­ğu hâlde: “Bugünden sonra Osman ne yaparsa yapsın, kendisine zarar vermez.” buyurmuştur.

3. Mescid-i Nebevî, insanlara dar gelmeye başlayınca Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): “Kim, falan ailesinin arsasını cennetten daha hayırlısı karşılığında satın almak ve mescide katmak ister?” buyurmuş, müteakiben Osman (Ra­dıyallahu Anh) o arsayı almış ve mescide dahil etmiştir.

Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bir gün bir bosta­nın içinde, bir kuyunun başında Ebu Bekir ve Ömer (Ra­dıyallahu Anhuma) ile beraber otururken yanlarına gir­mek için müsaade isteyen Osman (Radıyallahu Anh)  için: “Ona gi­riş için izin ver ve kendisine isabet edecek bela ve musibet karşılığında onu cennetle müjdele!” buyurarak ve bir defasın­da da bir fitneden bahsedip: “Osman, o fitnede mazlum ola­rak öldürülecektir.” buyurarak bir mucize ol­mak üzere Osman (Radıyallahu Anh) ın bir musibet netice­sinde şehit edileceğini ve cennetliklerden olduğunu bildirmiş­tir.

Osman (Radıyallahu Anh) sahâbîler arasında da sevilir ve saygı duyulurdu: İbni Ömer (Radıyallahu Anhuma) şöyle demektedir: “Bizler Rasûlullah’ın hayatı zamanında sahâbeden hiçbirini fazilette Ebu Bekir ve Ömer hariç Osman (Ra­dıyallahu Anh) a denk tutmazdık. O üçünden sonra diğer sahâbîleri getirir ve onların arasında fazilet farkı aramazdık.”

Osman (Radıyallahu Anh), sahâbîler arasında sözü dinle­nir biri olduğu gibi Mekke müşrikleri arasında da hürmet edilen birisiydi. Hudeybiye Gazvesi’nde Mekke müşrikleri ile görüşmesi için Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) tarafın­dan şeref ve nüfuz sahibi olarak Osman (Radıyallahu Anh) gönderilmişti. Onun dönüşü biraz gecikince de Rasûlullah (Sal­lallahu Aleyhi ve Sellem) 1400 veya 1500 sahâbîsin­den _asla geri dönmemek şartıyla savaşmak üzere_ söz almış ve sahâbîler de bey’at etmiştir. Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) en son olarak sağ elini işaret ederek: “Bu Osman’ın elidir.” demiş, onunla sol eli üzerine vurup: “İşte bu Osman için bey’attır.” buyurarak onun da bu Rıdvan Bey’at’ı sebebiyle sevap elde etmesini ve Fetih sûresi 18. ayette beyan edilen Allah’ ın rızasını kazanmasını sağlamış­tır.Osman (Radıyallahu Anh), Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) tan 146 hadis rivayet etmiştir. Kendisinden de çocukları Ömer, Ebban ve Said ile amcaoğlu Mervan bin Hakem, İbni Mes’ud, İbni Ömer, İbni Abbas, İmran bin Hu­sayn, Ebu Hureyre, Ahnef, Said bin Müseyyeb ve başkaları rivayet etmişlerdir. Ömer (Radıyallahu Anh) in vefatı neticesinde hicrî 23 yılında halife seçilen Osman (Radıyallahu Anh) ın hilafeti toplam 11 yıl 11 ay 20 gün sürdü. Onun dönemin­de Kıbrıs, Afrika kıtası, Afganistan, Horasan, Azerbeycan ve Türkistan İslâm topraklarına katıldı. Hilafetinin ilk 5 yılı ahlâkının yumuşaklığı sebebiyle sorunsuz olarak devam etti. Bundan sonra idarede akrabalarını görevlendirmeye ve onların sözünü dinlemeye başladı. Hatta Ömer (Radıyallahu Anh) tarafından Kûfe’ye emîr olarak atanmış olan Sa’d bin Ebi Vakkas (Radıyallahu Anh) ı Kûfe valiliğinden azledip yerine ana bir kardeşi Velid bin Ukbe’yi atamış­tır ki, o içkili halde insanlara namaz kıldırmıştır. Akrabalarını kollaması sebebiyle insanlar rahatsızlık duymuş ve dedikodu yapmaya başlamışlardı. Bunlar neticesinde kış­kırtma ve aleyhinde halkı isyana teşvik etme faaliyetleri yoğun­laştı. Osman (Radıyallahu Anh) ın rahatsız olanları ikna etme çalışmaları netice vermeye baş­ladığı anda çalınan mührü ile kendisinden habersiz olarak ağzından yazılan bir mektup sebebiyle iş çığırından çıktı. Halifelikten çekilmesi tekliflerini, Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ın: “Ey Osman! Eğer Allah sana bir gün bu işi (ha­lifeliği) verir de, münafıklar Allah’ın sana giydirdiği bu göm­­leği soymaya kalkışır­larsa sakın sen o gömleği soyma!” talimatı sebebiyle kabul etmeyerek reddetmiştir. Evini muhasara altına alan Mısırlıları engelleme girişimleri boşa çıkmış ve bir kısım bâğî (azgın) tarafından evinde Kur’an okurken hicrî 35 yılı 18 Zil­hicce Cuma günü 80 küsûr yaşında iken şehit edilmiş ve Cennetü’l-Bâki’ye defnedilmiştir.

4. ALİ BİN EBİ TALİB (RADIYALLAHU ANH)

Babası, Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ın am­cası olan Ebu Talib, annesi ise Fatıma binti Esed bin Hişam bin Abdi Menaf’tır. Annesi Müslüman olup sahabî kadınların bü­yükleri arasına girmiştir. Ali (Radıyallahu Anh) bilindiği gibi Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ın amcasının oğlu­dur. Ebu’l-Hasan künyesiyle anılan Ali (Radıyallahu Anh) Ne­bi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) tarafından Ebu Turâb künyesiyle de künyelenmiştir.

Ali (Radıyallahu Anh) rivayetlere göre Rasûlullah (Sal­lallahu Aleyhi ve Sellem) ın risaletinin ikinci günü 8 veya 12 yaşında olduğu halde Müslüman oldu. Kendisi Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ın damadı, dördüncü halifesi ve kendisiyle beraber ilk namaz kılan kişidir. Rasûlü Ekrem (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) in hicret ettiği gece, hayatî tehli­keyi göze alarak büyük bir cesaretle onun yatağında yatmış ve kendisine teslim edilen emanetleri sahiplerine iade ederek bir gün sonra Nebi’nin talimatı gereği hicret etmiştir. Tebuk Seferi hariç Bedir, Uhud, Hendek ve Hayber benzeri savaş­lara katılarak üstün bir kahramanlıkla savaşmıştır. Kendisi, savaş meydanlarında karşısına çıkanların hepsini yenmesi ve onunla karşı karşıya gelenlerin yaşamamasıyla ün yapmış­tır. Hemen hemen her savaşta yara alan Ali (Radıyallahu Anh) bir rivayete göre Uhud savaşında 16 yara almıştır.

Öte yandan ilmî bir dehaya sahipti. Hatipliği ve edebiyatı müstesna bir derecede idi. Hikmetli sözleri, hutbe ve şiirleri meşhurdur. Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) onu genç yaşta Yemen’e kadı olarak göndermiştir. “Ya Rasûlallah! Beni gönderiyorsun ama ben tecrübesizim, onla­rın arasında nasıl hüküm vereceğimi bilmiyorum.” de­yince Rasûlullah (Sal­lallahu Aleyhi ve Sellem) mübarek elini göğsüne vurmuş ve: “Allah’ım! Bunun kalbine hidayetini ver ve dilini sabit kıl.” diye dua etmişti. Ali (Radıyallahu Anh) bu duadan sonra iki kişi arasında hüküm vermek hususunda hiç tereddüt etmemiştir.

Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) kendisini çok se­verdi:

1. Ali (Radıyallahu Anh), bir seferde komutasındaki müfrezenin elde ettiği ganimet paylaşımı neticesinde kendi­sine düşen cariyeyle birlikte oldu. Bundan rahatsız olan bazı sa­hâ­bîler Medine’ye dönüşte bu durumu Rasûlullah (Sal­lal­lahu Aleyhi ve Sellem) a anlatarak Ali (Radıyallahu Anh) yi şikayet ettiler. Buna çok kızan Rasûlü Ekrem (Sallallahu Aleyhi ve Sel­lem): “Ali’ den ne istiyorsunuz? Ali bendendir ve ben Ali’denim. Benden sonra, Ali her mü’minin velisidir.” buyurmuştur.

2. Ebu Bekir ve Ömer (Radıyallahu Anhuma) Ra­sû­lul­lah’ın kızı Fatıma ile evlenmek istediler, Rasûlullah (Sal­allahu Aleyhi ve Sellem) onlara: “O daha küçüktür.” dedi. Onu Ali (Radıyallahu Anh) isteyince onun teklifini kabul etti.

3. Hayber’de kuşatma uzun sürmüştü. Bir akşam Ra­sû­lullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): “Sancağı yarın öyle birine vereceğim ki, o Allah’ı ve Rasûlü’nü sever, Allah ve Rasûlü de onu sever. Ve Allah fethi ona nasip edecek.” buyurdu. O geceyi herkes, o kişinin kim olduğunu merak eder ve kendi­sini umar halde geçirdi. Sabah olunca Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Ali (Radıyallahu Anh) yi çağırttı, o gözlerinden rahatsızdı. Gözlerine (rukye yaparak) tükürdü ve şifa için dua etti, müteakiben gözleri iyileşti. Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) sancağı ona teslim etti ve bazı nasihatlarda bulundu. Müteakiben Allah (Azze ve Celle) fethi ve zaferi ona nasip etti.

4. Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ümmetine, Kur’ an’a ve Ehli Beyti’ne ehemmiyet göstermelerine emret­mişti. Mübâhele ayeti nazil olunca Ali, Fatıma, Hasan ve Hü­seyin (Radıyallahu Anhum)  i çağırdı da: “Ya Allah! İşte bun­lar benim Ehli Beyti’mdir.” buyurdu.

5. Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) mescitten Ali (Ra­dıyallahu Anh) nin kapısı hariç tüm kapıların kapatılma­sını emretti.

6. Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bir başka hadisinde ‘Ali’ yi ancak mü’minin seveceğini ve ona ancak münafığın buğzedeceğini’ bildirmiştir.

7. Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): “Kim Ali’ye sö­verse bana sövmüş olur.” buyurdu.

8. Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): “Ey Allah’ım! Onu (Ali’yi) seveni sev, ona düşman olana da düşman ol!” diye dua etmiştir.

9. Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ashâbıyla bera­­ber Tebuk Seferi’ne giderken yerine vekil olarak Ali (Ra­dıyallahu Anh) yi Medine’de bıraktı. Bunun üzerine bazı­ları bu olay hakkında ileri geri konuşunca bunlar Ali (Radıyallahu Anh)  nin ağrına gitti ve Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sel­lem) a yetişerek: “Ey Allah’ın Rasûlü! Beni Me­dine’de çocuk ve kadınlarla bıraktın. Nihayet onlar hakkımda konuşmaya başladılar.” diye şikayetlenince Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ona: “Ey Ali! Benim katımda, Harun’un Musa’nın katındaki derecesindesin. Ne var ki ben­den sonra Nebi ve Rasûl yoktur.” buyurdu.

Sahâbîler de Ali (Radıyallahu Anh) yi severler ve hakkını ko­rurlardı:

1. Muaviye, Sa’d bin Ebi Vakkas (Radıyallahu Anh) a: “Ebu Turâb’a sövmekten seni alıkoyan nedir?” dediğinde Sa’d (Radıyallahu Anh): “Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sel­lem) ın Ali’ye söylediği şu üç sözü hatırladığım müddetçe Ali’ye asla sövmem. Allah’a yemin ederim ki, o sözlerden bir ta­­nesinin benim için olması bana kırmızı develerden _ki Arap­­­la­rın en kıymetli mallarındandır_ daha sevgili olurdu: Onu Harun (Aleyhi’s-Selam) a benzetmesi, Ehli Beyti’m diye ta­­nıtması ve Hayber’de sancağı ona teslim etmesi.” de­miş­ti.

2. İbni Ömer (Radıyallahu Anhuma) e bir adam Ali (Ra­dıyallahu Anh) hakkında sorduğunda Ali’nin güzel amelle­rini zikretmiş ve: “Ali budur, evi de Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ın evlerinin ortasında­dır.”demiştir.

3. Gene İbni Ömer (Radıyallahu Anhuma) Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) tan şöyle rivayet etmiştir: “Ha­san ve Hüseyin (Radıyallahu Anhum) cennet ehlinin gençleri­nin seyyidleridir. Babaları ise ikisinden daha hayırlı­dır.”

Ali (Radıyallahu Anh) nin hüküm ve fetvaları yayılmış ve meş­hur olmuştur. Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) tan 536 hadis rivayet etmiştir. Kendisinden hadis rivayet eden­ler de başta oğulları Hasan ve Hüseyin olmak üzere İbni Mes’­ud, Ebu Musa, İbni Ömer, İbni Abbas, Ebu Râfi, Ebu Sa­­id, Süheyb, Zeyd bin Erkam, Cerir bin Abdullah, Ebu Um­ame, Berâ bin Âzib, Ebu Cuhayfe, Ebu’t-Tufeyl ve başkaları­dır.

Küçük yaştan itibaren İslâmiyete sarılarak bütün gücü ile dine yaptığı büyük hizmet ve fedakarlığı ile bilinen bu değerli zâ­tın halifeliği 4 sene 9 ay 10 gün sürmüş ve bilindiği gibi bu devre çok hâdiseli geçmiştir. Kendisine ısrarla yapılan ha­lifelik teklifini kabul etmemiş, bu sebeple ümmet sekiz gün başsız kalmıştı. Bundan dolayı halk arasında huzursuz­luk ve tedirginlik baş göstermiş, neticede kendisine yapılan baskılara dayanamayarak teklifi kabul etmiştir. Bu dönemde Osman (Radıyallahu Anh) ın katillerini muhafaza etmekle suçlanmış, Müslümanların karşı karşıya geldiği Cemel ve Sıffîn vak’alarına muhatap olmuştur ki, Cemel Vak’ası’nda Talha bin Ubeydullah ile Zübeyr bin Avvam (Radıyallahu Anhuma) haince şehit edilmişlerdi. Sıffîn Vak’ası’nda hakem seçimine mecbur bırakılmış, yaptığı vaade bağlı kaldığı için Hâricîler di­ye adlandırılan gurup kendisinden ayrılmış ve o da, dinden okun yaydan çıktığı gibi çıkan bu gurupla Rasûlullah (Sal­lal­lahu Aleyhi ve Sellem) ın önceden bildir­diği gibi Nehravan’da savaşmıştır. Hâricîler buna rağmen boş durmamış, ümmeti Ali (Radıyallahu Anh) ye karşı kışkırt­maya devam etmiş ve ne­ticede kendisini ‘fitnenin başı’ diye nitelendirip onu, Muavi­ye’yi ve Amr bin As’ı öldürenin cen­nete gireceğini dile getirerek onların katlini teşvik etmiş ve planlamışlardı. Neticede bu sui­kasttan Muaviye ve Amr bin As kurtulmuş, ancak İbni Mül­­cem isimli Hâricî tarafından hicretin 40. yılı Ramazan ayı­nın 27. günü sabah namazında hançerlenen Emîr’ul-Mü’mi­nîn Ali (Radıyallahu Anh), 2 gün sonra 63 yaşındayken Kû­fe’de şehit olmuştur.Allah ondan razı olsun ve bizi kendisine komşu kılsın.

5.TALHA BİN UBEYDULLAH (RADIYALLAHU ANH)

Nesebi Ubeydullah bin Osman bin Amr’dır. Kureyş’in Tey­mî kabilesindendir. Nesebi altıncı atasında Mürre bin Ka’b’da Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile birleşir. Ebu Bekir (Radıyallahu Anh) in delaletiyle Müslüman olanların dördüncüsü olarak İslâmiyetin ilk günlerinden itibaren o mü­Sbarek kafiledeki yerini aldı. Kavminin ileri gelenlerinden olması, kendisinden Kureyş’in işkencelerini bertaraf etmedi. ‘Kureyş Aslanı’ lakaplı Nevfel bin Huveylid, Talha ve Ebu Be­kir (Radıyallahu Anhuma) i önce ayrı ayrı, daha sonra da birbirlerine bağladı. Bundan dolayı bu iki yüce sahâbîye ‘bitişikler’ adı verilmiştir. Müslüman oldu diye oğluna eziyet eden annesi Saba binti el-Hadramî, daha sonra İslâmiyeti kabul ederek hicret şerefine mazhar olmuştur. Talha da hic­ret etmiş ve şair Ka’b b. Malik ile kardeş yapılmıştır.

Talha (Radıyallahu Anh) zengin bir tacirdi. Gerek kendi ak­rabalarına ve gerekse ihtiyaç sahibi Müslümanlara çokça yardımda bulunur, elinde bir şey kalmayıncaya kadar tüm servetini dağıttığı olurdu. Bu özelliklerinden dolayı Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ona ‘Talhatü’l-Hayr’, ‘Talha-tü’l-Feyyaz’ ve ‘Talhatü’l-Cüd (cömertlik)’ lakaplarını takmıştı.

Talha (Radıyallahu Anh) Aşere-i Mübeşşere’dendir. Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) daha kendileri yaşarken Ebu Be­kir, Ömer bin el-Hattab, Osman bin Affan, Ali bin Ebi Talib, Talha bin Ubeydullah, Zübeyr bin Avvam, Sa’d bin Ebi Vakkas, Abdurrahman bin Avf, Ebu Ubeyde bin el-Cerrah ve Said bin Zeyd (Radıyallahu Anhum) in cennetlik olduğunu bildirmiştir. Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali, Talha, Zübeyr ve Sa’d ile beraber Hira Dağı üzerinde bulunuyorken dağ sallandı. Bunun üzerine Ra­sûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): “Ey Hira, sakin ol! Senin üzerinde Nebi, sıddîk ve şehitten başkası yok.” buyur­muştur.

Talha bin Ubeydullah (Radıyallahu Anh) İslâm’ın ilk gazvesi Bedir’e, Said bin Zeyd ile beraber Şam istikametinde görevli olduğundan katılamamış, ancak bundan sonraki tüm sa­vaşlarda bulunmuştur. Özellikle Uhud savaşındaki yararlı­lığı ve fedakarlığı onun cesaret ve fedakarlığının bir vesikası­dır. Bu savaşta bozguna uğrayan İslâm ordusunun hilafına Rasûlullah’ın yanından ayrılmamış, onu bizzat kendi vücu­du­nu siper yaparak korumuş ve üzerine çullanan müşrikler­den kurtarmıştır. Bu muhafızlığı esnasında Talha’ nın eli sakatla­narak çolak kalmıştır. Bir rivayete göre vücudunda 70 ci­varında ok, mızrak ve kılıç darbesi vardı. Uhud savaşın­dan söz edildiğinde Ebu Bekir (Radıyallahu Anh): “O, tama­mıyla Talha’nın günüydü.” derdi.Rasûlullah (Sallallahu Aley­hi ve Sellem) bu savaşta: “Talha (cenneti) vacip kıldı.” buyurmuştur. Yine onun için: “Her kim yeryüzünde yürü­yen bir şehide bakmaktan haz duyarsa Talha’ya baksın.” buyurmuş ve Ahzâb sûresi 23. ayetteki ‘ahdini yerine getirenler’in kim olduğu sorusuna: “Talha bin Ubeydullah onlardandır.” buyurarak onu taltif etmiştir.

Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) tan 38 hadis riva­yet eden Talha (Radıyallahu Anh), onun vefatından sonra Ebu Bekir (Radıyallahu Anh) in emrinde malı ve canı ile önce dinden dönenlerle, sonra İranlılar ve Rumlarla sa­vaştı. Ömer (Radıyallahu Anh) ile de İslâm ordusunda mücahede etti. Ömer (Radıyallahu Anh), vefatı anında yeni halifeyi seçmek için cennet ile müjdelenen 6 kişiden oluşan bir şûrâ oluşturmuştu ki, bu şûrânın içinde Talha (Radıyallahu Anh) da bulunuyordu. Halife seçilen Osman (Radıyallahu Anh) ın hilafeti çalkantılarla geçmiş ve şehadetiyle neticelenmişti. Ali (Radıyallahu Anh) nin hilafe­tinde ise fitnecilerin oyunları tutmuş ve Müslümanlar bölün­müştü. Cemel Vak’ası patlak ver­di ve Talha (Radıyallahu Anh), Aişe (Radıyallahu Anha) nin safında bulunarak Ali (Radıyallahu Anh) ye karşı çıktı ise de Ali (Radıyallahu Anh) nin yaptığı bir ihtar ile içtihaden yaptığı hatasını anlayarak geri çekildi ve savaştan ayrıldı. Bu haldeyken hicretin 36.yılında Mervan bin Hakem tarafından atılan bir okla vu­rula­rak Nebi’nin haber verdiği şehadet mertebesine ulaştı. Savaşı kazanan Ali (Radıyallahu Anh)        Talha’ nın yanına geldi. Ölmüş olduğu halde onu oturttu. Bir yandan ağlaya­rak: “Keşke ben bundan yirmi yıl önce ölmüş olsaydım.” diye söyleniyor, bir yandan da Talha (Radıyallahu Anh) nın sakalındaki ve yüzündeki tozları siliyordu. Cenaze nama­zını da bizzat kendisi kıldırmıştı.

Allah ondan razı olsun ve bizi kendisine komşu kılsın. 

6. ZÜBEYR BİN EL-AVVAM (RADIYALLAHU ANH)

Kureyş kabilesindendir. Baba tarafından nesebi, Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile Kusay’da birleşir. Annesi Ab­dulmuttalip’in kızı Safiyye’dir ki, o Rasûlullah’ın halasıdır. Eşi ise, Ebu Bekir (Radıyallahu Anh) in kızı ve Aişe’nin kız kar­deşi olan Zâtu’n-Natikayn (İki kuşaklı) lakaplı Esma (Radı­yal­la­hu Anha) dır.

Zübeyr (Radıyallahu Anh) 15 yaşı civarında İslâm’ı seçe­rek ilk 7 Müslümandan birisi oldu. Önce Habeşistan’a, sonra da Medine’ye hicret edenlerdendir. Cennet ile müjdelenen on kişiden ve Ömer (Radıyallahu Anh) tarafından kendisin­den sonra halife seçilmesi için bıraktığı altı kişilik şûrâ heyetinden birisidir.

Zübeyr (Radıyallahu Anh) Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ın hicretini duyunca Habeş diyarından Medine’ye hicret etti ve Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile bütün sa­vaş­lara katıldı. Uhud’da müşrikler Müslümanlara galip gelip Mekke’ye yöneldiklerinde, Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sel­lem) onların tekrar Medine üzerine dönmelerinden en­dişe etmişti. Bu sebeple: “Düşmanın ardı sıra kim gidip onları takip eder?” buyurdu. Bunun üzerine önemli yaralar almalarına, yorgun ve mağlup olmalarına rağmen sahâbe­den 70 kişi bu davete icabet etti ve geriye döndü. Hamrau’l-Esed mevkine ulaştıklarında Allah bu mücahitler sebebiyle müşriklerin kalplerine korku attı da Mekke’ye doğru gittiler. Bu hâdise üzerine: (Kendilerine yara isabet ettikten sonra yine Allah ve Rasûlü’nün davetine icabet edenler, onlar­dan iyilik yapanlar ve sakınanlar için büyük bir mükafat vardır.) ayeti nazil oldu ki, bu 70 kişinin içinde Zübeyr bin Avvam (Ra­dıyallahu Anh)  da vardı.

Beni Kureyza Yahudileri Hendek savaşında müşriklerin ayartmasıyla Müslümanlarla yaptıkları anlaşmayı bozmuş­lardı. Bu haberi alan Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): “Bize Beni Kureyza’dan kim haber getirir?” diye sormuş, Zü­beyr (Radıyallahu Anh): “Ben!” diyerek göreve talip olmuş, so­rusunu üç sefer tekrarlayan Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sel­lem) ye her seferinde Zübeyr (Radıyallahu Anh) icabet et­miştir. Bunun üzerine Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sel­lem): “Her Nebi’ nin bir havârîsi (yardımcısı) vardır. Be­nim havârîm de Zübeyr’dir.” buyurmuştur. İki yahut üç sefer Be­ni Kureyza’ ya gidip onlardan bilgi getiren Zübeyr (Ra­dıyallahu Anh) e Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) baba ve anasını bir arada zikretmiş: “Babam ve anam sana feda ol­sun!” buyurarak onu taltif etmiştir.

Yermuk Vak’ası gününde sahâbîler Zübeyr (Radıyallahu Anh) e hitaben: “Ya Zübeyr! Rumlara şiddetli bir saldırı yap­san da biz de seninle beraber saldırsak!” dediler. Zübeyr (Radıyallahu Anh) Rumların üzerine amansız hamleler yaptı. (Bir rivayete göre Rum ordusunu baştan sona iki kez yar­mıştı.) Rumlar bu hamleler sırasında Zübeyr (Radıyallahu Anh) in omuz köküne iki darbe vurdular. Bu iki geniş yaranın arasında Bedir harbinde yediği bir darbenin çukurluğu da vardı ki, oğlu Urve: “Ben çocukken bu üç darbenin yerlerine parmaklarımı sokar oynardım.” demiştir. Zübeyr (Ra­dıyal­la­hu Anh) muharebelerde aldığı yaralar hakkında: “Rasûlul­lah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile birlikte (katıldı­ğım savaşlarda) yara almamış hiçbir uzvum yoktur.” demiş­tir. Hatta bu yaralanma erkeklik uzvuna kadar varmıştır.

Zübeyr (Radıyallahu Anh) i sahâbîler de sevip takdir eder­­ler ve faziletini ikrar ederlerdi. Hicrî 31 senesinde Os­man (Ra­dıyallahu Anh) a salgın halinde olan ruaf hastalığı isabet etti ve onu haccetmekten menetti. Bunun üzerine ölüm endişesi ile vasiyet etmeye başlayınca Osman (Radıyallahu Anh) ı ziyarete gelen Kureyşliler yerine bir halife tayin etmesini istediler. Osman (Radıyallahu Anh) halife ola­rak Zübeyr (Radıyallahu Anh) in istendiğini öğrenince de memnun olmuş ve şöyle demişti: “Dikkat edin! Nefsim elinde olana (Al­lah’a) yemin ederim ki şüphesiz Zübeyr, be­nim faziletli olduğu­nu bildiğim kimselerin en hayırlısıdır. Ve yine şüphesiz ki o, Rasûlullah’a onların en sevgili olanıdır. Allah’a yemin ederim ki sizler de, Zübeyr’in en hayırlınız oldu­ğunu bilmekte­si­niz.”

Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) den 38 hadis rivayet eden Zübeyr (Radıyallahu Anh) onun vefatından sonra Ebu Bekir (Radıyallahu Anh) ile arkadaşlık etmişti. Zaten onun kızı Esma (Radıyallahu Anha) ile evli olması sebebiyle damadıydı. Abdullah bin Zübeyr bu evlilikten dünyaya gelmiş ve hic­retten sonra Müslümanların doğan ilk çocuğu olmuş­tur. Zübeyr (Radıyallahu Anh) cihat için Müslümanlarla Şam’a gitmiş, Osman (Radıyallahu Anh) asiler tarafından kuşatılınca onu asilere karşı savunmuş, Ali (Radıyallahu Anh) döneminde de Aişe (Radıyallahu Anha) nin safında olmak üzere Cemel Vak’ası’na katılmıştı. Ancak Ali (Radıyallahu Anh) ona bazı şeyleri hatırlatınca içtihadında hata yaptığını anlamış ve hatasında ısrarcı olmayarak savaştan çekilmişti. Ra­sûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ın şehitlikle sıfatla­dığı bu başarılı tacir, servetinin çokluğuna rağmen bunları İslâm için harcaması sebebiyle vefat ettiğinde borçluydu. Hayatı Talha bin Ubeydullah (Radıyallahu Anh) a çok benze­diği gibi cesaret ve cömertlik gibi birçok ahlâkı da, hatta ebedî hayata intikali de benziyordu. O da, Talha gibi hicrî 36. yılda Cemel günü hata ettiğini anlayarak savaştan çekildiği esnada Amr bin Cürmüz isimli nasipsiz tarafından dönüş yolu üzerinde Sibaa (Canavarlar) Vadisi’nde haince şehit edilmiş ve o vadiye defnedilmiştir. Zübeyr (Radıyallahu Anh)  in kafası katiliyle beraber getirildiğinde Ali (Radıyal­la­hu Anh)  sözcüsüne: “İbni Safiyye (Zübeyr) nin katilini ateşle müjdele! Ben Ra­sûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ın: ‘Her Nebi’nin bir havârîsi vardır. Benim havâ­rîm de Zü­beyr’dir.’ buyurduğunu işittim.” dedi.Allah ondan razı olsun ve bizi kendisine komşu kılsın…..

7. ABDURRAHMAN BİN AVF (RADIYALLAHU ANH)

Künyesi Ebu Muhammed’dir. Cahiliye zamanında ismi Abdu Amr idi. Annesinin adı ise Şifa’dır. Fil Vak’ası’ndan on sene sonra 581 yılında doğmuştur. Kendisi otuz yaşına geldi­ğinde Allah (Azze ve Celle), kulu Muhammed (Sallallahu Aley­hi ve Sellem) e nübüvvet ve risalet görevini verdi. Ebu Bekir (Radıyallahu Anh), içinde Abdu Amr’ın da olduğu beş kişiye İslâm’ı takdim etti (diğer dört kişi Osman bin Affan, Talha, Zübeyr, Sa’d bin Ebi Vakkas’tır). Bu takdime istisnasız hepsi icabet ederek Müslüman oldular. Böylece Abdu Amr Müslüman olan ilk sekiz kişiden birisi olarak şereflendi. Müslüman olunca Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) adını değişti­rerek Abdurrahman koymuştur. Ashâb-ı Kiram için­de cen­netle müjdelenen on, Ömer (Radıyallahu Anh) tarafından kendisinden sonraki halifeyi tayin etmeleri için oluşturulan altı güzide sahâbîden birisidir. İlk Müslüman­ların karşılaştıkları işkencelerle o da karşılaşmış, onlarla bir­likte sabır ve sebat göstermiştir. İşkenceler dayanılmaz boyutlara ulaşın­ca da önce Habeşistan’a, oradan da Me­dine’ye hicret eden muhacirlerdendir. Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile birlikte Bedir’den itibaren küfürle yapılan bütün sa­vaşlara katılmış, önemli yararlılıklar göstermiş ve bunların nişânesi olarak da derin yaralar almıştı. Hafız İbni Ha­cer’in bildirdiğine göre özellikle Uhud’da yirmi bir yara almıştır. Hatta ayağına aldığı bir yara sebebiyle topal hâle geldiği anlatılmaktadır.

Bilindiği gibi hicretin yedinci ayında, mescit inşasının bi­timi sırasında Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Muha­cirler ile Ensar (Medine’nin yerleşik halkın) dan kırk beşerden doksan kişi arasında Medine’deki evinde kardeşlik ahdi yaptı. Böylece tarihin kaydettiği benzersiz dayanışma ve yardımlaşma müessesesi kurulmuş oldu. Bu ahit esnasında Abdurrahman’a, Sa’d bin er-Râbi (Radıyallahu Anh) kardeş yapıldı. Sa’d (Radıyallahu Anh) kardeşine hitaben: “Ben mal cihetiyle Ensar’ın en zenginiyim, malımı ikiye böleyim. İki tane de hanımım var. Bak, hangisi hoşuna giderse onu bo­şa­ya­yım, iddeti bitince onunla evlenirsin.” dedi. Abdur­rah­man bin Avf (Radıyallahu Anh)  da Sa’d (Radıyallahu Anh)  a: “Allah ehlini ve malını sana mübarek kılsın.” diye karşılık vererek ticaret yapılan çarşılarını sordu. Ona Beni Kaynuka çarşısını gösterdiler. Artık her gün o çarşıya gider gelir, keş ve yağ alıp satardı. Böylece mehir verebilecek kadar para bi­riktirip Ensar’dan bir kadınla evlendi. Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bunun üzerine bir koyun ile de olsa velîme yemeği yedirmesini emretti.

Abdurrahman bin Avf (Radıyallahu Anh) başarılı bir tacirdi. Malının çoğunu ticaret ile elde etmişti. Bu sayede sayılı zenginlerden olmasına rağmen malını Allah yolunda harcamaktan geri durmazdı. Bunun en bariz misali de şudur: Aişe va­lidemizden rivayet olunduğuna göre Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) (hanımlarına hitaben) şöyle buyurdu: “Sizin benden sonraki durumunuz beni cidden düşündürüyor. Size, ancak (çokça vermeye gücü yeten) tahammülü olanlar tahammül edeceklerdir.” Sonra Aişe (Radıyallahu Anha) Ab­dur­rahman bin Avf’ın oğlu Ebu Seleme’ye hitaben şöyle der­di: “Allah senin babana Cennet Selsebîli’nden içirsin! Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) nin hanımlarına kırk bin dinara (diğer bir rivayette dört yüz bine) satılan bir mal (bahçe) vasiyet etmişti.”

Bir seferde Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) def’i hacet için arkaya kaldı. Öndeki gurup ileride mola vermişti. Rasûlullah’ın gelmesi gecikince Abdurrahman bin Avf (Radı­yal­­lahu Anh) ın imamlığında sahâbîler namaza durdular. He­nüz bir rek’at kılmışlardı ki Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) yanlarına geldi. Onun gelişini farkeden Abdurrah­man (Radıyallahu Anh) öne geçmesi için gerilemeye başladı. Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) da ona yerinde kal­ması için işaret etti ve arkasında namaza iştirak etti. Ömer (Radıyallahu Anh) de sabah namazı esnasında Ebu Lû’lû isim­­­li Mecûsî tarafından hançerlenince, Abdurrahman bin Avf (Radıyallahu Anh) ı elinden tutup mihraba geçirdi ve o da cemaate hafif bir namaz kıldırdı.

Abdurrahman bin Avf (Radıyallahu Anh) ın yönetim, siyaset ve iktisattaki düşünceleri oldukça isabetliydi. Bu alanlardaki birçok problemi gayet yerinde ve doğru fikirler ortaya koyarak çözüme kavuştururdu: Ömer (Radıyallahu Anh) in halife tayini için tespit ettiği şûrâ heyeti, cenazenin defnini müteakip toplandı. Bu toplantıda Abdurrahman (Radıyal­lahu Anh) ihtilafı azaltacak ve seçimi kolaylaştıracak şu zekîce teklifi yaptı: “Üç kişi seçim reyini gönül hoşluğu ile diğer üç kişiye vererek seçimden çekilsin.” Bu teklif üzerine Zübeyr Ali’ye, Talha Osman’a ve Sa’d bin Ebi Vakkas da Ab­durrah­man’a reylerini tahsis ederek seçimden çekildiler. Bundan sonra, gene Abdurrahman (Radıyallahu Anh) Ali ve Osman (Radıyallahu Anhuma) a bu üç kişiden birinin halife adaylığından ferâgat ederek halkla istişare neticesinde halifenin tayini yetkisini o kimseye vermeyi teklif etti. Ali ve Os­man (Radıyallahu Anhuma) bu teklife sukût edince: “Öyleyse seçim işiyle uğraşmayı bana veriyor musunuz? Allah üzerime şahittir ki, ben sizin efdalinizi seçmede adaletsizlik yapmayacağım.” dedi. Onlar da bu teklifi kabul ettiler. Abdurrahman (Radıyallahu Anh) üç gün, üç gece uyku uyumaksı­zın bütün Müslüman tabakalarıyla istişare yaparak genel arzuyu anladı. Son yapılan hilafet toplantısında önce Ali (Radıyallahu Anh) yi, sonra da Osman (Radıyallahu Anh) ı layık oldukları şekilde övdü, onlara faziletlerini ikrar ederek seçilene, seçilmeyenin itaat edeceğine dair inancını belirtip her ikisinden de sağlam bir mîsak aldıktan sonra Osman (Radıyallahu Anh) a: “Ey Osman, elini kaldır!” dedi ve ona bey’at etti. Müteakiben Ali (Radıyallahu Anh) ve ardından da Me­dine ahalisi bey’at etti. Böylece bu önemli ve kritik me­sele sorunsuz olarak  gönül hoşluğu ile halloldu.

65 hadis rivayet eden Abdurrahman bin Avf (Radı­yal­lahu Anh) hicretin 31. yılında 75 yaşında olduğu halde Medi­ne’de vefat ederek daha yaşarken müjdelendiği ebedî saadet yurduna kavuştu. Namazını Osman (Radıyallahu Anh) kıldırdı ve Cennetü’lBâki’ye defnedildi.

Allah ondan razı olsun ve bizi kendisine komşu kılsın.

8. SA’D BİN EBİ VAKKAS (RADIYALLAHU ANH)

Ebu Vakkas lakaplı Malik bin Vehb’in oğludur. Nesebi Ki­lab bin Mürre’de Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile birle­­şir. Sa’d’ın babası, Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sel­lem) ın an­nesi gibi Zühre oğullarındandır ve onunla amca çocuklarıdır. Dolayısıyla Sa’d (Radıyallahu Anh), Nebi (Sal­lallahu Aleyhi ve Sellem) nin: “İşte bu benim dayımdır, kimin böyle bir dayısı varsa göstersin!” dediği gibi dayısı sayılır. İs­lâ­mi­yeti kabullenen yedinci kişi olup Müslüman oldu­ğunda 17 yaşındaydı. Kendisi Aşere-i Mübeşşere’den ve Ömer (Radıyallahu Anh) in halife tayini için seçtiği altı kişilik şûrâdandır. Ömer (Radıyallahu Anh) bu şûrâ heye­tine: “Eğer halifelik işi Sa’d’a verilirse isabet olur. Yok veril­mezse halife olacak zât Sa’d’ dan yardım istemekten geri durmasın.” demiştir. Künyesi Ebu İshak olan Sa’d (Radıyallahu Anh) kendi ifadesiyle “Allah yolunda ok atmış olan mücahitlerin ilkidir.” Bu şöyle olmuştur: Hicretin ilk yılında Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) tarafından bir müfreze, Ebu Süfyan idaresinde Şam’ dan dönen bir ticaret kervanının üzerine gönderildi. Bu, Mekke müşrikleri ile Muha­cir Müslümanların ilk karşılaşması idi. Bu ilk karşılaş­mada da, ilk oku Sa’d bin Ebi Vakkas (Radıyallahu Anh) atmış ve tarihe geçmiştir.

Sa’d (Radıyallahu Anh) hicret etti, Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile Bedir’den itibaren bütün savaşlara ka­tıldı. Özellikle Uhud’da büyük yararlılıklar gösterip Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ı attığı oklarla koruyan ve: “At, ey Sa’d! Anam babam sana feda olsun.” övgüsüne maz­har olan Sa’d (Radıyallahu Anh) Irak’ın fatihi ve aynı za­manda Sa’ sânî Devleti’ni ortadan kaldıran meşhur Kâdisiye savaşının muzaffer kumandanıdır. Rasûlullah (Sallallahu Aley­­hi ve Sellem) ın muhafızlarından olan Sa’d (Radıyalla­hu Anh), Ömer (Radıyallahu Anh) tarafından Kûfe’ye emîr olarak atanmış, acemleri buradan çıkararak Kûfe’yi şehir haline getirmiştir. Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ta­ra­fından hakkında “Allah’ım! Sana dua ettiği vakit, Sa’d’ın duasını kabul buyur.” diye duada bulunul­ması sebebiyle duası kabul olunan birisiydi: Kûfe ehlinin bazısı Sa’d’ı halife Ömer (Radıyallahu Anh) e şikayet etmiş­lerdi. Ömer (Ra­dı­yallahu Anh) meseleyi tahkik için birkaç kişiyi Kûfe’ye gönderip ahaliden Sa’d (Radıyallahu Anh) ın hâlini sordurdu. Halkın hepsi onun için övgülerde bulundu. Usame bin Kata­de isimli birisi ise: “Sa’d ordunun başına geçip harp etmez, ganimeti eşit dağıtmaz ve hükmettiğinde adaletli hükmetmez.” dedi. Bunun üzerine Sa’d (Radıyallahu Anh): “Ey Allah’ım! Bu kulun yalancı ise, ömrünü uzat, fakirli­ğini çoğalt ve fitnelere uğrat.” diye aleyhine dua etti. Sonraları bu adamın kendisi: “Kocamış, fitnelere uğramış birisiyim.” derdi. Ravi Ab­dulmelik onun hakkında şöyle dedi: “Sonraları onu ben de gördüm, yaşlılıktan kaşları gözlerinin üzerine sarkmış olduğu halde yollarda rast geldiği cariyelere sataşır, onları çimdiklerdi.”

Sa’d bin Ebi Vakkas (Radıyallahu Anh) hakkında birçok ayet inmiştir:

1. Sa’d (Radıyallahu Anh) Müslüman olunca annesi, di­nin­den dönmedikçe onunla konuşmayacağına, yemeyece­ğine ve içmeyeceğine yemin etti. Bu hâlde üç gün geçince açlıktan bayıldı. Böyle olunca Umare isimli oğlu annesine su içirdi. Müteakiben annesi Sa’d’a beddua etmeye başladı. Bunun üzerine Allah (Azze ve Celle): (Biz insana, ana babasına iyi davranmasını tavsiye etmişizdir. Eğer onlar seni _hak­kında bilgin olmayan_ bir şeyi bana ortak koşman için zorlarlarsa onlara itaat etme. Onlarla dünyada iyi geçin…)mealindeki ayetleri inzal etti.

2. Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) büyük bir gani­met malı ele geçirmişti. Sa’d (Radıyallahu Anh) onların için­de bir kılıç görmüş ve onu kendisine hediye etmesi için Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) tan rica etmiş, buna kı­zan Nebi, kılıcı yerine götürmesini emretmişti. Sa’d (Ra­dıyallahu Anh) kılıcı götürmüş, ancak kılıcın cazibesine dayanamamış ve tekrar geri getirerek aynı ricayı tekrarlamıştı. Bunun üzerine Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) daha şiddetli bir tarzla kılıcı yerine götürmesini emretti. Müteaki­ben Allah (Azze ve Celle): (Sana savaş ganimetlerini sorar­lar. De ki, ganimetler Allah’a ve Rasûlü’ne aittir…) mealindeki ayeti inzal etti.

3. Şarabın haram kılınmasından önce Sa’d (Radıyallahu Anh) ı Ensar ve Muhacirlerden bir cemaat içkili bir yemeğe davet etmişti. Yeme içme esnasında Ensar ve Muhacirler hakkında konuşuldu. Sa’d (Radıyallahu Anh) Muhacirlerin Ensar’dan hayırlı olduğunu söyleyince aralarından birisi onun burnunu yaraladı. Akabinde Sa’d, Rasûlullah (Sallallahu Aley­­hi ve Sellem) a gelip durumu anlatınca Allah (Azze ve Cel­le): (Ey iman edenler! Şarap, kumar, dikili taşlar, fal ve şans okları şeytan işi birer pisliktir. Bunlar­dan uzak durun ki felaha eresiniz.) mealindeki ayetini inzal etti.

4. (Sabah akşam sırf O’nun cemalini dileyerek Rable­rine dua edenleri kovma. Onların hesaplarından hiçbir şey sana ve senin hesabından hiçbir şey de onlara ait değildir. Onları kovarsan zalimlerden olursun.) mealin­deki ayet, Sa’d bin Ebi Vakkas ve İbni Mes’ ud (Radıyallahu Anhuma) un da aralarında bulunduğu altı kişi hakkında nazil olmuştur.

Ayrıca İslâm’da varisler dışında kalanlara vasiyet etme ve bunun ölçüsü Sa’d (Radıyallahu Anh) sebebiyle caiz ve malum kılınmıştır: Sa’d hastalandı. Bu hastalığında onun sadece bir kızı vardı. Ziyaretine gelen Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) tan malının tamamını vasiyet etmek için müsaade istedi, Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) kabul etmedi, yarısını sadaka yapmak istedi, onu da kabul etmedi. Malının üçte birini teklif edince kabul etti ve: “Mirasçılarını zengin bırakman, onları insanlara avuç açar fakirler halinde bırakmandan hayırlıdır.” buyurdu ve böylece malın üçte birine kadar vasiyet caiz oldu.

Fitne dönemlerinde tarafsız kalarak inzivaya çekilen bu bü­yük sahâbî 271 hadis rivayet etmiş, bunlardan 15’ini Buhârî ve Müslim ittifaken, 5’ini Buhârî ve 18’ini Müslim mün­­fe­riden rivayet etmiştir. Kendisinden hadis rivayet edenle­rin başında oğulları ile Aişe, Kays bin Ebi Hâzim, Said bin Müseyyeb, Alkame, Ebu Osman ve Mücahid gelir.

Ölüm döşeğinde: “Ey oğul, sana benden daha iyi öğüt ve­reni bulamazsın. Namaz kılmak istediğinde güzelce abdest al ve o son namazınmış da, başka namaz kılamayacakmışsın gibi namaz kıl. Tamahkarlıktan kaçın, çünkü o peşin fakirliktir. Kanaatkar olmaya bak, çünkü o zenginliktir. İş ve sözlerinde dikkatli ol. Sonradan özür dilemek zorunda kalaca­ğın her şeyden kaçın. Hayırlı olduğuna inandığın işi yap.” şeklinde nasihat eden bu yüce sahâbî hicrî 55 sene­sinde 80 yaşını aşmış olduğu halde Medine dışında Akik mevkiinde vefat etmiş ve cenazesi buradan omuzlarda taşına­rak Medine’ye getirilmiştir. Mü’minlerin Anneleri’nden hayatta olanların da katılımıyla cenaze namazı kılınarak Aşere-i Mübeşşe­re’nin ve Muhacirlerin sonuncusu olarak Cennetü’l-Bâki’ye defnedilmiştir.

Allah ondan razı olsun ve bizi kendisine komşu kılsın.

9. EBU UBEYDE BİN EL-CERRAH (RADIYALLAHU ANH)

Asıl adı Amir bin Abdullah bin Cerrah’tır. Kureyş kabilesinin Fihr oğullarındandır. Nesebi, Rasûlullah (Sallallahu Aley­­hi ve Sellem) ın nesebi ile Fihr’de birleşir. Annesi Ümey­ye bintü’l-Haris’tir.

Ebu Ubeyde (Radıyallahu Anh) Ebu Bekir’in davetiyle ay­nı gün Müslüman olan beş kişiden birisi olarak ilk Müslümanlardandır. (Diğer dört kişi Osman bin Maz’un, Ubeyde bin Haris, Abdurrahman bin Avf ve Ebu Seleme bin Abdi Esed’dir.) Önce Habeşistan’a, oradan da Medine’ye hicret edenlerdendir. Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Medine’de onunla Sa’d bin Muaz (Radıyallahu Anh) ı kardeş ilan etmiştir. Cennetle müjdelenenlerden olan Ebu Ubeyde (Radıyallahu Anh) kahramanlığı ve komutanlığı ile tanındığı kadar Emîn’ül-Ümme (Ümmetin Emîni) lakabıyla da meş­hur olmuştur. Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) onun için: “Her ümmetin güvendiği emîn bir kimsesi vardır. Ey ümmet! Bizim emînimiz de hassaten Ebu Ubeydetü’bnü’l-Cerrah’tır.” buyurmuştur. Esasında ashâbın hepsi emanet ve adillikte yüksek mertebededir. Ancak bir vasıf her insanda aynı derecede bulunmaz. Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) de, emînlik vasfının ashâbı içinde en fazla Ebu Ubeyde’de temayüz et­tiğini böyle ifade etmiştir. Gene Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): “Ümmetimin, ümmetime karşı en merhametlisi Ebu Bekir, Allah’ın emri hususunda en şiddet­lisi Ömer, hayâ bakımından en doğrusu Osman bin Affan, haram ve helali en iyi bileni Muaz bin Cebel, ferâizi (miras paylarını) en iyi bilen Zeyd bin Sabit ve en iyi kıraat alimi Ubeyy bin Ka’b’dır. Her ümmetin bir emîni vardır, bu ümmetin emîni de Ebu Ubeyde’dir.” buyurmuştur.

Ebu Ubeyde (Radıyallahu Anh) Bedir’den itibaren bütün ga­zalara katılmış büyük bir mücahittir. Taberânî’nin Abdullah bin Şevzeb’den rivayet ettiğine göre Bedir Gazâsı’nda müşriklerin safında çarpışan babasını öldürmüştür. İslâm tarihinde buna benzer olaylar çoktur. Mesela Ebu Bekir (Radıyalla­hu Anh) oğlu ile, Mus’ab bin Umeyr (Radıyallahu Anh) karde­şiy­le, Ömer (Radıyallahu Anh) dayısıyla çarpışmış­tır. Allahu Teâlâ, Ebu Ubeyde’nin babasını öldürmesi üzerine: (Allah’a ve ahiret gününe iman eden bir topluluğun baba­ları, oğulları, kardeşleri yahut akrabaları da olsa Allah’a ve Rasûlü’ne düşman olanlarla dostluk ettiğini göremez­sin. Onlar o kimselerdir ki, Allah kalplerine imanı yazmış ve onları kendinden bir ruh ile desteklemiştir. Onları altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacak ve orada ebedî kalacaklardır. Allah onlardan razı olmuş ve onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. Onlar Allah’ın tarafıdırlar ve iyi bilin ki kurtuluşa erecekler de Allah’ın tarafı olanla­rın ta kendileridir.) ayetini indirmiştir. Ebu Ubeyde (Radıyallahu Anh) Uhud Savaşı’nda Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ın yüzüne batan miğfer parçala­rını dişleriyle çıkarırken iki ön dişi kırılmıştır. Cabir (Radıyallahu Anh) in rivayet ettiğine göre, Ebu Ubeyde’nin kumandanlığında keşfe gönderilen üç yüz kişilik sahâbe birliği­nin iki dağarcık hurması bulunmakta, bütün gün her bir kişi tek bir hurma ile idare etmekteydi. Bu hurmalar bi­tince Habat denilen dikenli ağacın yapraklarını ve yemişle­rini yediler. Bu sebeple bu ga­zâya ‘Habat Gazvesi’ denir. Müteakiben Allah (Azze ve Celle) sahile Anber denilen bir balık attı da bu balığın eti ile on beş gün karınlarını doyurdu­lar. Bu balığın kaburga kemiklerinin altından deveye binmiş uzun boylu bir süvari kemiğe dokunmadan geçmiş­tir. Bu örnek olay, sahâbenin hangi zor şartlar ve yokluk altında cihada çıktığının bir numûnesidir. İbni Hacer, Musa bin Ukbe’den şöyle rivayet etmektedir: Amr bin As, Zâtü’s-Selâsil bölgesinde takviye güç isteyince Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), içlerinde Ebu Bekir ve Ömer’in de bulunduğu bir birliği Ebu Ubeyde’nin komutasında Amr’a yardıma göndermiştir.

Ebu Ubeyde (Radıyallahu Anh) hicretin 9. yılında Ra­sû­lullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) tarafından ‘Emîn’ül-Üm­me’ diye övülerek Necran Hıristiyanlarından cizye almaya ve Yemenlilere İslâm’ı ve sünneti öğretmeye memur edildi. Mekke Fethi’nde, Tâif Muhasarası’nda, Veda Haccı’nda hep Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ın yanında bulunmuş­tur. Rasûlullah’ın vefatından sonra mey­dana gelen Benû Saide sakifesi olayında Ensar: “Bizden bir emîr, Muhacirlerden bir emîr olsun.” dediğinde Ebu Bekir (Radıyallahu Anh) in, yanında bulunan Ömer ile Ebu Ubeyde’nin ellerinden tutarak: “Bu ikisinden birine bey’at edin.” dediği iki kişiden birisidir. Bilindiği gibi bu teklifi Ömer (Radıyallahu Anh) kabul etmeyerek Ebu Bekir’e bey’at etmiş ve Müslümanlar da onu takip etmişlerdi.

Ebu Ubeydetü’bnü’l-Cerrah (Radıyallahu Anh), Ebu Be­kir ve Ömer (Radıyallahu Anhuma) in hilafetleri döneminde cihat hareketlerinde bulunmuş, Şam bölgesi fetihlerinde, Bi­zan, Taberiye, Ba’l-Bekke, Humus, Hama, Seyre, Lazkiye, Ha-lep, Antakya, Delul bölgelerinin fetihlerine çoğunlukla kumandan olarak, bazen de Halid bin Velid’in komutası altında katılmış ve aldığı yerlerde halka karşı uyguladığı adalet ve gösterdiği şefkat bölge sakini olan Hıristiyan Bizanslıları hayran bırakmıştır. Ebu Bekir (Radıyallahu Anh), bu Şam böl­gesi için dört ayrı birlik hazırlayıp göndermiş ve onlardan bi­rinin başına Ebu Ubeyde’yi tayin etmiştir. Daha sonra Ömer (Radıyallahu Anh) in onu Şam bölgesindeki bu dört ordunun başına emîr tayin etmesiyle ‘Emîr’ulUmera’ (Emîr­ler Emîri) olarak adlandırılan ilk kişi olmuştur.

Ebu Ubeyde (Radıyallahu Anh) Şam emîri iken hicrî 17. yılın sonunda Suriye, Mısır ve Irak’ı ‘Amvas Tâunu’ diye tarihe geçen vebâ salgını istila etmiş, birçok sahâbî bu salgında vefat etmişti. Ömer (Radıyallahu Anh) Ebu Ubeyde’ye Şam’dan ayrılması için ısrar etmiş, ancak o Mü’minlerin Emî­ri’ne yazdığı cevapta: “Ben Müslümanların ordularından bir ordunun içindeyim ve onların başına gelen musibetten kendi nefsime rağbet edecek değilim.” demiş, Şam’ da kal­maya ısrar etmişti. Nitekim malum tâun ona da bulaşmıştı.

Bu ümmetin emîni olan Ebu Ubeyde (Radıyallahu Anh) zühd ve takvâ sahibi, cesur bir savaşçı, adaletle hükmeden bir emîr ve itaatkar bir sahâbîdir. Diğer birçok sahâbî gibi o da fetihler sonunda ele geçirilen mal ve mülke rağbet etmeyerek sâde bir hayat sürdü. Ömer (Radıyallahu Anh), Şam’ da Emîrler Emîri’yken onun odasına girmiş, odada bir keçe, bir su kırbası ve birkaç kırıntı yiyecekten başka bir şey olmadığını görünce ağlamış ve: “Dünya herkesi değiştirdi, yalnız seni değiştiremedi.” demiştir.

Aşere-i Mübeşşere’den olan Ebu Ubeydetü’bnül-Cerrah (Radıyallahu Anh) sadece 14 hadis rivayet etmiş, bunlardan birisini Müslim Sahihi’ne almıştır. Sürekli Rasûlullah (Sal­lallahu Aleyhi ve Sellem) ile bulunduğu ve ondan sonra da hayat sürdüğü halde bu kadar az hadis rivayet etmesi, hadis rivayetinin büyük bir sorumluluk olduğunun bilincinde oluşundan kaynaklanmaktadır. Kendisi gibi mukillîn (az rivayet eden) ashâbın birçok büyüğü, daha ziyade sünneti yaşayarak canlı bir numûne olmaya önem vermişler, sünneti an­latma sorumluluğunu ise daha ehil arkadaşlarına bırakmışlardır.

Vebâya yakalanan Ebu Ubeyde (Radıyallahu Anh) vefa­tına yakın, maiyyetine şöyle vasiyet etmiştir: “Size bir vasiye­tim var, kabul ederseniz hayra erersiniz: Namazınızı kılın, oru­cu­nuzu tutun, zekatınızı verin, haccı ifa edin, birbirinizi gö­zetin, emîrlerinize itaat edin ve onları aldatmayın. Dünya sizi aldatmasın. Bir insan bin sene de yaşasa akıbeti şudur ki; Allah (Azze ve Celle) insanların alnına ölümü yazmıştır. İnsanların en akıllısı Allah (Azze ve Celle) a en çok itaat eden, ahi­ret için en çok çalışandır.”

Emîrler Emîri Ebu Ubeydetü’bnül-Cerrah (Radıyallahu Anh), bu Amvas tâunu sebebiyle hicrî 18. yılda 58 yaşında olduğu halde Şam bölgesinde vefat etmiş ve daha yaşarken müjdelendiği muttakîlerin ebedî saadetgâhına kavuşmuştur.Allah ondan razı olsun ve bizi kendisine komşu kılsın.

10. SAİD BİN ZEYD (RADIYALLAHU ANH):

Babası Zeyd bin Amr olup nesebi, Ka’b’da Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ın nesebi ile birleşmektedir. Kün­yesi Ebu’l-Aver’dir. Annesi Fatıma binti Ba’ce’dir. Ba­bası Zeyd, putlara tapınmayı anlamsız bularak hanif dine ulaşabilmek için birkaç arkadaşı ile beraber semavî dinleri araştırmış, ancak onlarla gönlü mutmain olmamıştı. Bir papaz ona şirk ve hurafelerden uzak İbrahim (Aleyhi’s-Selam) dinini tavsiye etti. Zeyd, bu öğrendiklerini uygular ve Kâ’be’ye yönelerek ibadet eder, Mekke’de İbrahim’in dini üzere olan tek kimse olduğunu iftiharla söyler ve müşriklerin putlarına kurban kesmelerini ayıplardı. Zeyd, Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) a risalet görevi verilmeden evvel vefat etmişti. Babasının kendisine telkin ettiği hanif dinin bilinciyle yetişen Said (Radıyallahu Anh) Rasûlullah (Sal­lal­lahu Aleyhi ve Sellem) ın yaydığı dinin hak olduğunu gördü ve yirmi yaşına ulaşmadan ilk Müslümanlardan olarak tarihe geçti. Kendisi Ömer (Radıyallahu Anh)  in amcasının oğlu ve kız kardeşi Fatıma’nın da kocasıdır. O ve hanımı, Ömer (Ra­dı­yallahu Anh) den evvel Müslüman olmuş ve Ömer (Ra­dıyallahu Anh) in de Müslüman olmasına vesile olmuş­lardı. Ömer (Radıyallahu Anh) de Said’in kız kardeşi Atike ile ev­liydi. Said ile hanımı, Müslüman olduklarından dolayı işkence görenlerdendir.

Aşere-i Mübeşşere’den olan Said bin Zeyd (Radıyal­la­hu Anh) Medine’ye hicret edenlerdendir. Bedir Sa­vaşı esna­sında Talha (Radıyallahu Anh) ile Ebu Süfyan komuta­sındaki ticaret kervanını gözetlemekle görevli olduğu için bu savaşa katılamamış, ancak Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) tarafından savaşa katılmış gibi ganimetten hisse­len­dirilmiştir. Uhud’dan itibaren Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ın bütün savaşlarına, Rasûlullah’ın vefatından son­ra da Yermuk Savaşı’na ve Şam’ın fethine katılmıştır. Osman (Radıyallahu Anh) ın şehit edilmesiyle başlayan fitne olaylarına şahit olmuş, ümme­tin içine sürüklendiği bu fitne belasından ve bazı ken­dini bilmezlerin ashâbın ileri gelenlerine dil uzatmalarından rahatsız olmuş ve ızdırap duymuştur: Bir gün Kûfe mesci­dine giden Said (Radıyallahu Anh) orada Muaviye’ nin Kûfe valisi Mugîre bin Şu’be’yi, etrafında bir ta­kım insanlarla oturur­ken gördü. O esnada bir adam birilerini kastederek sövüp saydı. Said (Radıyallahu Anh) Mugîre’ye: “Bu adam kime küfrediyor?” diye sordu. “Ali bin Ebi Talib’e!” ce­vabını alınca son derece üzgün ve kızgın bir halde: “Mu­gîre! Mugîre! Senin yanında Rasûlullah’ın ashâbına sövülüyor ve sen susuyor, birşey yapmıyorsun. Ben şimdiye kadar Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) tan asla yalan ri­va­yette bulunmadım. Şahitlik ederim ki, Rasûlullah (Sal­lallahu Aleyhi ve Sellem) ın şöyle buyurduğunu kulağımla duydum ve kalbimle de ezberledim.” dedi ve Ali (Radıyallahu Anh) nin de içlerinde bulunduğu cennet ile müjdelenenleri saydı. Sonra da etrafındaki insanlara bakarak: “Ashâbdan birinin Ra­sûlullah ile bir arada bulunarak yüzünün tozlanması, sizin herhangi birinizin Nuh (Aleyhi’s-Selam) kadar yaşasa bile bu müddet zarfında yaptığı amellerinden daha hayırlıdır.” diyerek sahâbenin seçkin konumunu vurguladı.

İmam Müslim Sahihi’nde Said bin Zeyd (Radıyallahu Anh) hakkında şöyle bir hadis rivayet etmektedir: Erva binti Uveys isimli bir kadın, Said bin Zeyd aleyhine ‘kendisine ait arazisinden bir kısmını aldı’ diye iddia etti ve Muaviye’ nin Medine emîri olan Mervan bin Hakem’e şikayet etti. Hakkın­daki bu şikayet üzerine Said (Radıyallahu Anh): “Ben, Ra­sûlullah’tan işittiğim şeyden sonra o kadının arazisinden bir parçasını nasıl alır mışım? Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): ‘Her kim başkasına ait araziden zulümle bir karış yer alırsa, o arazi parçası yedi katı ile bu zalimin boy­nuna halka yapılır.’ buyurdu.” dedi ve: “Ey Allah’ım! Eğer bu kadın yalan söylüyorsa onun gözünü kör et ve kabrini evinin içinde kıl!” diye beddua etti. Ravi dedi ki: Ben o kadını du­varları yoklaya yoklaya yürüyen bir kadın olarak gördüm. Kendisi: “Bana Said bin Zeyd’in bedduası isabet etti.” der dururdu. Evinin içinde yürüdüğü bir sırada evde bulunan bir kuyunun içini düşerek ölmüş ve o kuyu kendi kabri ol­muştu.

Ebu Ubeydetü’bnül-Cerrah (Radıyallahu Anh) tarafından Şam valiliğine atanan ve bu itibarla İslâm ümmetinden Şam valiliği görevinde bulunan ilk kişi olan Said bin Zeyd (Ra­dı­yal­lahu Anh) 48 hadis rivayet etmiş, bunlardan ikisini Bu­hârî ve Müslim ittifaken, birini de Buhârî münferiden riva­yet etmiştir.

Said bin Zeyd (Radıyallahu Anh) ömrünün son bölü­mü­nü Medine’nin dışında bulunan Akik vadisindeki çiftli­ğinde geçirdi ve burada hicrî 50. veya 51. yılda yetmiş yaşını aşmış olduğu halde vefat etti. Cenazesi buradan Medine’ye taşındı ve Sa’d bin Ebi Vakkas (Radıyallahu Anh) tarafından yıkandı. Medine’de defnedilen Said bin Zeyd’in cenaze namazını İbni Ömer (Radıyallahu Anhuma) kıldırdı.

Allah ondan razı olsun ve bizi kendisine komşu kılsın.

Daha yaşarken ebedî hayattaki mes’ud hayat ile müjdelenen Aşere-i Mübeşşere’nin her bir ferdine selam olsun...

Allah hepsinden razı olsun...

 

ÖMÜR SERMAYESİ TÜKENİYOR...
 
 









BİR AYET-BİR HADİS-BİR DUA
 


 
 
Bugün 50 ziyaretçi (205 klik) kişi burdaydı!

MERHABA... DİN KÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ ÖĞRETMENİ OSMAN YALÇINTAŞ'IN WEB SİTESİNE HOŞGELDİNİZ Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?

Ücretsiz kaydol