MERHABA... DİN KÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ ÖĞRETMENİ OSMAN YALÇINTAŞ'IN WEB SİTESİNE HOŞGELDİNİZ

   
 
  MiRAS VE KADININ ŞAHİTLİĞİ

MiRAS VE ŞAHİTLİK

Miras

Kadın erkek eşitliği yaygarasının sonucu uygulamaya konarak İslâm'la tezat oluşturan diğer bir mesele de miras ve şahitlik meselesidir.

İslâm hukukuna göre mirasta kadın erkeğin yarısı kadar hak alır. Şahadette ise ancak iki kadın bir erkeğin yerini tutar.

İslâm'ın bu uygulamasını gören modernistler ona tenkid edebilecek bir şey buldukları zannıyla sevinir ve taarruza geçerler.

Bunların iddiasınca İslâm'ın yaptığı bu uygulama hem eşitliğe aykırı, hem kadının şahsiyetine, insan oluşuna vurulan acı bir darbe, hem de yirminci asırda insanlığın alnından acilen silinmesi gereken bir lekedir.

İslâm'ın yaptığı bu muamele görünüşte apaçık bir eşitsizliktir. Ama asla adaletsizlik değildir.

Eşitlik kadının ve erkeğin hiç bir kıstas gözetilmeksizin aynı haklara sahip olmaları manasıdır. Adalet ise her varlığın yaratılışı icabı hakkı olan maddi ve manevi esaslara riayet edilmesidir.

İslâm kadın ve erkeğe aynı hakları vermemiş fakat hakkı olan şeyleri de hiç taviz vermeksizin muhafaza etmiştir. Onun bu davranışı daha hareket noktasında kadının başına bela olacağını bile bile tüm hakları verdiğini iddia edip ardından hiçbir hakkını uygulamayarak onu emperyalist emellerine alet eden çağdaş tağutların mantığından çok doğru ve asilanedir.

Komünizm de, adalet ilkesinin yanlış veya saptırılarak eşitlik olarak anlaşılması sonucu vücuda gelmiştir.

Kadın erkek eşitliğini öngören bu tip bir anlayış aslında, yeryüzünde her insanın eşit servete sahip olmasını, her insanın eşit şartlarda eşit seviyede çalışmasını her insanın her kadından eşit olarak yararlanmasını öngören mantıksız düşünceden hiç farkı yoktur.

Mesela çalışan insanlar arasında tenbel olanla çok çalışan arasında elbette bir fark olacaktır. Ticarette, tedbirini alan, akıllıca çalışan kârını edecektir. Güzel bir kadın da kime nasipse onun hanımı olacaktır.

Fakat cihanşümul islâm devletinin koruyucu kanatları altında kimse aç kalmayacak, kimse dilenmeyecek, kimse de bekar bırakılmayacaktır.

İnsanlar arasında adaletsizlik doğuran bu nevi saçma bir eşitliği uygulamaya kalkışmak onları açıktan açığa tenbeliğe, parazitliğe teşvik etmek olacaktır.

Çalışkanla tenbelin, zekiyle aptalın, güzelle çirkinin eşit kefeye konduğu bir ülkede verim korkunç bir hızla düşecek, mutluluk ve huzur anında ortadan kalkacak, en kısa zamanda toplum patlama noktasına gelecektir.

Gerçi, kadın-erkek eşitliğini savunanlar işin bu raddeye geleceğini tahmin etmez veya tahmin ettirmek istemezler ama onların hakkı gizlemesi bizim de susmamızı gerektirmez.

İşte burnumuzun dibinde pusuda bekleyen Rusya bu eşitliğin doğurduğu içler acısı bir manzaradır.

Orası da kadın-erkek eşitliğinden tüm insanların eşitliği anlayışına geçmiş, hiç tahmin edilmeyen bir anda sistemleşerek, duygusuz, ruhsuz ve makinalaşmış insanlarıyla dünyanın başına müthiş bir bela kesilmiştir.

Bütün bu izahatlardan sonra hiç bir eziklik duymaksızın, göğsümüzü gererek; İslâm'da kadın-erkek eşitliği yoktur, yalnızca adalet vardır, ve işte bu din bizim dinimizdir diye haykırıyoruz.

Şimdi bu meseleyi irdeliyelim. Acaba kadın ve erkek eşitmidir ki modernist mantık hâlâ ısrarla onun erkekle haklarda da eşit olacağını savunmaktadır.

Bir erkek daha rüşdüne ermeden evvel babasıyla, gerek tarlasında gerekse ticarethanesinde çalışır, işlerinde onun en büyük yardımcısı olur.

Kız çocuğu ise daima evde kalır, ev işleri ile veya çeyiz hazırlığı ile uğraşır. Genç kızlık dönemine doğru küçük bir servet teşkil edecek kadar bir çeyiz hazırlamış olur.

Erkek ise babasının yanında delikanlılık çağının bitimine kadar çalışır. Fakat bu çalışmasından bazı istisnalar dışında ona kalabilecek hiçbir şey yoktur. Kazanılan her şey aile kesesine aktarılır.

Evlenme çağı geldiğinde kıza tekrar külliyetli miktarda masraf yapılır. Her ne kadar karşı taraf da masraflara katılıyor ve İslâmi ölçüler dahilinde bir mihir ödüyorsa da bu mihrin tasarruf hakkı ancak ve ancak gelin olan kıza aittir. Ne anne babanın ne de kocanın bunda bir hakkı yoktur.

Veya başka bir eve indirilir. Bu ev çoğu kez kira veya baba malı olur. Bu durumda da erkek sadece ev eşyasına malikdir.

Baba ölene kadar yine aynı işte çalışmaya devam eder. Bazan babanın bir olan servetini ikiye, üçe hatta dörde ve daha fazlasına çıkarır.

Babasının ihtiyarlayarak iş açısından verimsiz olduğu çağlarda da iş yerini durdurmaz. Tüm gençliğini sermaye edinerek işlerin ağırlığını yüklenir.

Anne babanın hastalık ve yaşlılık müddetinde de memleketimizdeki ve tüm memleketlerdeki adet icabı onların bakımını çoğu kez erkek üstlenir.

Kız ise öbür tarafta kocasının anne ve babasına bakmakta, onların bir hizmetçi tarafından asla üstlenilmeyecek temizlik hizmetlerini ve bakımlarını üzerine almaktadır.

Bu durumda evladın babadan, kızın kaynatasından alması gereken özel bir hak vardır.

Baba vefat edince geride bölünmesi gereken servetiyle birlikte çoğu kez evsiz işsiz ve son derece yıpranmış erkekler ve evlenip ev kurmuş kızlar bırakır.

Bu durumda şüphesiz hak en az iki katlık bir farkla erkeğin olmalıdır.

İslâmiyet bu ayırımı, kadınların insandan sayılmadığı hatta mirasla beraber erkek evlatlara intikal ettirildiği bir çağda ilan etmiş ve uygulamıştır.

İslâm'ın bu emri olmasaydı, çağlar boyunca kadınlar miras malından değil bir hak, belki bir nohut tanesi bile alamayacaklardı.

Hak sahiplerini böylece apaçık bir şekilde ortaya koyduktan sonra kesin olarak söyleyebiliriz ki, aslında bu bölünme sonucu maddi açıdan ne kadının kaybettiği ne de erkeğin kazandığı bir şey vardır.

Kadın baba tarafından hakkı olan bir hisseyi alırken, kocası tarafından iki hisse daha gelerek mirası üç hisseye tamamlamaktadır.

Erkek ise babasının malından iki hisse alırken kaynatası tarafından yalnızca bir hisse alarak bacısı gibi mirastan üç hisse almış olacaktır.

Evlilikte umumiyetle denklik gözetildiğinden bu hisseler, mühim istisnalar dışında hep eşit olacaktır.

Bu paylaştırmada kadının baba malından aldığı hisse mücerret onun soyundan olması sebebiyledir. Yine kocasının aldığı iki hissede ise onun anne ve babasına hizmet etmesi sebebiyle yarım hisse hakkı vardır.

Erkeğin ise bir hisse babasının sulbünden olması, yarım hisse ise babasının işinde çalışması sebebiyledir.

Böylece miras dağıtımından sonra ne kadın bir hisse getirdiği için ezilir ne de erkek iki hisse getirdiği için gururlanabilir. Eve giren üç birimlik mirasın bir buçuğu kadına, bir buçuğu ise erkeğe aittir.

Görüldüğü gibi İslâm miras meselesinde ne erkeği kayırmış ne de zulmetmiştir. Onun yaptığı sadece hakkın hak sahibine iadesidir.

İslâm hukukuna göre kadın dilerse hissesini mülkiyetinde tutabilir. Kocasındaki hisse ise hakimiyetin erkekte olması sebebiyle erkeğin mülkiyetinde kalır. Fakat bu hakkın erkek tarafından gasbedilmesine asla imkan yoktur. Bir anlaşmazlık ve ayrılma halinde erkek bu hisseyi zaten hanımına nafaka olarak fazlasıyla verecektir.

Yine şu unutulmamalıdır ki erkeğe kadının iki katı pay ayrılması sadece mirastadır. Miras ise esasında her ikisinin de çalışma karşılığı kazandıkları bir şey değildir.

Burada gözetilen esas, ihtiyaçtır. Erkek eşine ve çocukların sarfetmek için iki, kadınsa yalnız kendine harcamak için tek hisse alır.

Diğer ticari ilişkilerde, alım, satım, icare gibi meseleslerde ise bu farklı oran sözkonusu değildir. Bu durumlarda kadın erkekle aynı statüye dahildir.

Görüldüğü gibi miras meselesinden dolayı İslâm'ın tenkid edilecek hiç bir kusuru yoktur. Öte taraftan da beşeri sistemlerin bu hususta tutarlı hiç bir fikirleri yoktur.

İnsanın fıtratına en uygun, adalete yakın olan, erkeğin iki, kadının bir hisse almasıdır.

İşte bunlar; yerin, göğün ve bütün arasındakilerinin yegane sahibi olan Hz. Allah'ın kanunlarıdır. Bunlara uyan dünyada huzura ermiş, ahiret için de kendisine hoş bir azık hazırlamıştır. Bunları inkar eden veya uygulmamayan ise hem bu dünyada hem de ahirette rezil rüsvay olur.

Kadının Şahitliği Meselesi:

Şahadet konusunda ancak iki kadının bir erkek yerine kaim olması onun için bir zül değil bilakis merhamettir.

Şahitlik, çoğu zaman yanlışa alet edilmeye çalışılan, bir çok tehlikeleri göze almayı ve nihayet rüşvete meyletmeyecek, tehditlerden yılmayacak sağlam bir irade ve mücadele kabiliyetine gerek gösteren bir müessesedir.

Toplumlarda umumiyetle erkeklerin bir çoğu bile şahitlik yapmaktan ısrarla kaçınır, bunu bir nevi belayı başına sarmak olarak nitelerler.

Bunun için bir olayın şahitleri arasındaki bir kadının herhangi bir yükümlülüğü ve fonksiyonu yoktur. Kararları tamamen değiştirme aşamasında erkeklerin şahadeti yanında onun şahadetine itibar edilmez. Yalnız, hakim onun sözlerini de gözünden uzak tutmaz.

Ama kadınlar iki veya daha fazla olurlarsa şahadetlerine itibar edilir. Çünkü bu halde yanılma ihtimali ortadan kalkmış, duygularla hüküm verme tehlikesi kalmamıştır.

Kadın zayıf yapılı ve duygusal bir yaratıktır. Bu sözümüz asla onu hor ve hakir gördüğümüz manasına değildir. Bilakis o bu zayıflığıyla korunmaya, duygusallığı ve nezaketiyle sevilmeye layıktır.

Bir inci tanesi de dev bir kayaya nazaran oldukça küçüktür. Kimse onun küçüklüğünü inkar etmez. Fakat herkes onun değerini teslim eder ve onu kayanın kat kat misline değişmez.

İşte kadın da böyle bir inci mesabesindedir. Zayıf ve duygusal...

Mühim kararların arefesinde, özellikle karar ağızlarından çıkacak bir çift söze bağlanırsa heyecanlanarak iradelerini yitirirler.

Mesela istisnalar dışında hiç bir kadın idam kararıyla karşı karşıya kalıp da hıçkıra hıçkıra ağlayan bir sanığın karşısında duygularından uzak davranamaz.

Çoğu kez duygularına esir olur ve mesela bir infaz kararını önleyerek katilin serbest bırakılmasını sağlayabilir.

Af, şüphesiz güzel şeydir. Fakat eli kana bulanmış bir katilin rahat duracağını kimse garanti edemez.

Olayı farazi olarak bir kaç adım ileri götürecek olursak, bir gün katil, katilliğinin tek şahidi olan o kadını da tehlikeli görecek ve belki de o kadını da ortadan kaldırmakta bir an bile tereddüt etmeyecektir.

Şahadet öncesinde muhatapları tarafından tehdit edilen bir erkek iradesini yitirmeden tehditleri savıp doğru olarak şahitliğini yapabilir. Kadın ise ona göre zayıf ve ürkektir. Tehlike onun sinirlerini yıpratır. Aynı şekilde fikri daha tez çelinir. Fakat kadın şahit sayısı ikiye ve daha fazlaya çıkarsa durum değişir. Yanılma ve duygusal davranma ihtimali kalmayacağı için kadınların şahitlikleri bağlayıcı duruma geçer.

Ayrıca kadınları ilgilendiren meselelerde de tek başına da olsa geçerli olan kadının şahadetine itibar edilmez.

Görüldüğü gibi İslâm cinslerden herhangi birini yüceleyip ötekisini tahkir etmemekle bilakis, her cinsi yaratılışına uygun yerlerde sorumlu tutmaktadır.

İslâm'ın yaptığı şey, herşeyin düzenli yürümesi için insanların fıtratları doğrultusunda yürümelerini sağlamaktır.

Kadının şahitlikte erkeklerle eşit olması, mirasta tam pay alması gibi ilk bakışta eşitliğin gereği gibi görülen basit şeyler onu ilgilendirmiyordu. O, insanlar, ilk önce kendisini tenkid etseler de takip edeceği çizgiyi ve varacağı hedefi biliyor evrensel planını ona göre hazırlıyordu.

Zaten onun mevzi hesaplar ve dar görüşlü anlayışların sınırına hapsolunacak kadar basitleşmesi düşünülemezdi.Çünkü O, Alemlerin yegane Rabbi olan Hz. Allah'ın kanunuydu!.

 

ÖMÜR SERMAYESİ TÜKENİYOR...
 
 









BİR AYET-BİR HADİS-BİR DUA
 


 
 
Bugün 34 ziyaretçi (71 klik) kişi burdaydı!

MERHABA... DİN KÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ ÖĞRETMENİ OSMAN YALÇINTAŞ'IN WEB SİTESİNE HOŞGELDİNİZ Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?

Ücretsiz kaydol