MERHABA... DİN KÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ ÖĞRETMENİ OSMAN YALÇINTAŞ'IN WEB SİTESİNE HOŞGELDİNİZ

   
 
  İSLAM'A GÖRE KADININ ÇALIŞMASI



ÇALIŞAN KADIN

Kadın ve erkek, toplumu oluşturan iki temel unsurdur. Fizyolojik yapı olarak kadın erkeğe oranla oldukça zayıf ve güçsüzdür. Normal şartlar altında, ancak iki kadının kuvveti bir erkeğe denk olabilir.

Duygusal yönden ise kadın daha yüklü erkek ise aksine çok katıdır.

Bu Özellikler sebebiyle tarih boyunca -evrensel toplum özelliği olmayan Amazonlar dışında- kadın; umumiyetle ev bakımı, yemek, kocaya hizmet ve çocuk eğitimi görevlerini üstlenmiştir.

Erkeğin görevleri ise kadına göre daha çok kuvvet ve katılık istemektedir. Belli başlıları arasında, evin yiyecek ve giyecek masraflarını karşılamak, dış tesirlere karşı aileyi ve aile yuvasını korumak, en önemlisi neslin devamı için kadına kocalık yapmaktır.

İslâmiyet insan tabiatının gerektirdiği bu iş bölümünü kabul etmiş, düzenli yürümesi için bir takım müeyyideler koymuştur.

Avrupadaki teknik inkilabı müteakiben bu fıtrî özelliği kabul etmeyerek kadın erkek eşitliğini ileri sürüp her ikisinin de tüm işlerini aynı eşitlikle başarabileceğini öne sürenbir görüş siyasi iktidarlar tarafından kabul görmüş, hemen ardından da halifesini kaybeden islâm alemine sızmaya başlamıştır.

Bu görüş evvela bir cemile olarak kadına seçim haklarını tanıyor, erkeklerle ilişki kurup dilediği oranda beraber olabileceğini müjdeleyerek nefsini tahrik ediyor ardından da oluşturduğu hür kadın anlayışının gölgesinde sinsice faaliyetlere girişerek kadını her sahaya itip emperyalist gayelerine alet ediyordu.

Halbuki kadının iş hayatına atılması gerek kadın, gerek erkek gerekse toplumun ekonomik ve ruhi istikran açısından -tehlikesi tüm boyutlarıyla ortada- korkunç bir intihardan farksızdır.

İlk ele alacağımız konu, kadının fizyolojik zaaflarıdır. Bu zaaf dolayısıyla kadının çalışması hem vücudunda büyük tahribatlara yol açar hem de iş hayatını felce uğratabilir.

İş sahalarının büyük bir bölümünü oluşturan ve kaba kuvvet gerektiren alanlarda kadının başarısı sıfırdır, istisnalar dışında hiç bir kadın kaba kuvvetle iş yapmaya muktedir olamaz. En kısa zamanda bedenî ve ruhî hastalıklara düşerek dünyaya, en azından sağlığına veda etmek zorunda kalır. Modernistler bu gereği, "— O halde kadınlar da kendilerin uygun iş alanlarında çalışsınlar." sözüyle örtbas etmek isterler. Fakat bu sözü mukabil bir yandan geçinme imkanlarını daraltıp öte yandan da kadının her sahada çalışabileceği inancını topluma empoze ederek en yorucu iş sahalarına çekenler de yine onlardır.

Hakim idareci görüşün uyguladığı bu art niyetli politika sonucu sahipsiz kadınlar ve geçinemeyen ailelerin kadınları iş aramaya koyulurlar. Kendine uygun iş sahasında çalışma önerilmişse de, ikinci sınıf kadınlar kendilerine uygun işlerin çoktan genç ve güzel kadınlar tarafından işgal edilmiş olduğunu görürler. Böylece bedeni kuvvet gerektiren işler karşısında zorunlu seçmen durumuna düşerler. Açlık ve sefaleti tercih edemiyeceklerine göre tek seçenekleri yaşayabilmek için, sağlıklarını ve canlarını, dolaylı olarak da namuslarını piyasaya sürmektir.

Diğer alanlarda da kadın, fizyolojik zaafları ve kadınlık hasletleri sebebiyle gerekli başarıyı gösteremez. Memurluk yaşamında da çoğu kez, içinde bulunduğu dairede nahoş olayların meydana gelmesine isteyerek veya istemeyerek meydan verir. Bu kişilerin niyetlerini ve kadının karekterini çok aşan bir problemdir. Her ne olursa olsun tabiat olarak erkeğin kadına karşı engellenemez bir meyli vardır.

Batılılar toplumun olgunlaşmasıyla bu gibi problemlerin tamamıyla ortadan kalkacağını söyleyerek bizi avutmaya çalışırlar. Fakat onların bizi böylece avutmalarına rağmen kendi olgunlaşmış toplumlarında (!) hâlâ en yüksek derecedeki bakanlarının bile sekreterleriyle olan ilişkileri sonucu doğan skandallar sona ermemiştir. Yine pek yakın bir zamanda Avrupalı büyük memurların sekreterlerini cariyeleri gibi kullandıklarından yakınan da kendi üst derecedeki yekililerinden birisidir. Bu sekreter kızcağızlar, görevlerine olan sadakatlerini patronlarının çocuklannı karınlarında taşımakla ispatlamaktadırlar. Evlerinde kocalarına maaşla birlikte bir bakan, bir patron çocuğu takdim etmektedirler.

Bu aile yapısına, toplum yapısına olduğu gibi kadın kişiliğine de vurulan korkunç bir darbedir. Kadına iş sahalarının açılması ona iyilik olmamış bilakis onu sorumsuz kullanılan orta malı durumuna getirmiştir.

Sözlerim belki çalışan bacılarımızı üzebilir ama bütün bunlar bize modern yaşantının yollarını gösteren medeni Avrupalıların hayatlarında hergün cereyan eden olağan şeylerdir. Aynı durum eskiden kalma ata ahlakının tüm engellemelerine rağmen toplumumuzda da süratle çoğalmaktadır.

Görüldüğü gibi kadının çalışmasında, normal sınırlar içinde bir çalışma olayı değil, kadının kadınlığının sömürülüşü sözkonusudur. Bu kadınlık açısından hakikaten üzülmeye değer bir acıdır.

Öte yandan kadının çalışması iş hayatındaki dengeyi alt üst eder.

Toplumdaki iş kapasitesi daima belli bir oranda sabittir. Bu da umumiyetle erkek sayısına eşittir. Bu sahaya kadınlar da el atınca işe giren kadın sayısınca erkek açıkta kalır.

İşe giren kadınlar umumiyetle aileye ek gelir sağlama sevdasındadırlar. Erkeklerin yüzde yüze varan bir çoğunluğu ise geçimi için çalışmak zorundadır.

Görüldüğü gibi kadına çalışma kapısı açıldığında, bir zümreye daha geniş imkânlar sağlama uğrunda diğer bir zümre açlığa itilmektedir.

Tehlikenin en büyüğü bundan sonra başlar. Aç veya işsiz kalan bir kişinin yapacağı tek şey anarşidir.

Nitekim yaşadığımız dönemde bu uygulamanın ibret verici bir sonucu olarak, anarşi tüm baskılara rağmen her on yılda bir patlak vermekten geri kalmamaktadır.

Terörizm ve anarşinin kökleri, anarşistleri yakalayıp hapse atmakla veya öldürmekle kurutulamaz. Bu, sıtmayı gidermek için sivrisinekleri öldürmeye başlatmak gibi mantıksızca bir iştir.

Sıtmayı önlemek için nasıl ki bataklığı kurutmak gerekiyorsa, anarşiyi önlemek ve toplumsal huzuru sağlayabilmek için en etkin maddi reçete, erkeklere iş bulmak, insanların ceplerini ve boş vakitlerini doldurmaktır. Manevi olarak ise ruhi ve fikri boşluklarını doldurup onları tatmin etmektir.

"Toplumun çekirdeği ailedir." sloganı, modernistlerin bilimsel çalışmalarından çıkarttıklarını övüne övüne anlattıkları cafcaflı bir laftır. Evet, onların daha yeni anlayabildikleri ve İslâm'ın ondört asırdır söylediği gibi toplumun temeli ailedir. Aile fertleri huzurlu ve yapısı tutarlı olursa toplumda huzurlu ve tutarlı olur.

Ailenin esası karı, koca ve çocuklardır.

Aile kurmanın ve bir kadınla hayatı birleştirmenin şehevî arzuları tatminden öte cihanşumul bir ehemmiyeti vardır. Bu da yarınları yaşayacak olan yeni neslin dünyaya getirilmesi, eğitilmesi ve yetiştirilmesidir.

Çocuğun dünyaya gelmesinde kadın ve erkek eşit rol oynarlar. Çocuk dünyaya geldikten sonra ise erkeğe onun ihtiyaçlarını karşılamak, kadına da eğitmek ve büyütmek vazifeleri düşer. Çalışan kadın ise bir çok yönlerden bu görevi yerine getiremez.

Evvela onu en temel besin maddesi olan ana sütünden mahrum bırakır. Ana sütü, yeri hiçbir besin maddesi tarafından doldurulamayacak mühim bir gıdadır. Yeni doğan bir çocuğu ana sütünden mahrum bırakmak kadar büyük bir hata düşünülemez. Böyle bir çocuğun bedenî ve ruhî yapısında yeri doldurulamaz boşluklar belirir.

İkinci olarak onun eğitim ve terbiyesiyle de meşgul olamaz. Tabi olarak hizmetçilere veya kreşlere teslim etmek zorunda kalacaktır. Çocuk, amacı sadece para kazanmak ve geçimini sağlamak için bu işi seçen ve çocuğa bir eşyadan öte hiç bir değer vermeyen bakıcıların elinde bedenen ve ruhan hırpalanacaktır.

Anne sevgisinden ve himayesinden yoksun çocuklar umumiyetle pısırıklaşır, köleleşir ve insani birçok duygularını; haysiyet, ciddiyet, namus gibi hasletlerini kaybederler.

Bu bakımın aile bütçesinde oluşturduğu hasar ise hiç de küçümsenmiyecek kadar büyüktür. Çoğu kez, akşama kadar çalışmak zorunda kalan kadın ay sonunda kazandığı paranın büyük bir kısmını bakıcıya yatırmak zorunda kalır.

Üçüncü ve en mühim mahzur, çocuğun ana şefkatinden mahrum kalmasıdır. Çocuğunu akşam uyuduktan sonra, sabah da uyanmadan önce görür. Bazen uyanıkken görse bile bu görüşmeleri ihtiyaçların en yoğun olduğu saatlara rastlayacağı için birbirleriyle ilgilenmeleri mümkün olmaz. Kadın, çocuğunun gün boyu neler yaptığından habersizdir. Çocuk ise anneye, kendisinin dünyaya gelmesine vesile olan bir canlıdan öte herhangi bir yakınlık duymaz.

Bunun sonucu toplumda sevgi ve acıma duygularından yoksun taş yürekli, zalim ruhlu, korkunç insan tipleri çoğalır. Bir de toplumun kaderi bu taş yürekli insanların eline geçerse artık o toplumdan bir hayır beklemek imkansızdır.

Bu hayırdan faziletleri kasdetmiyoruz. Yalnızca klasik hakların verilmesini, insanların apaçık zulme uğratılmamasını anlatmak istiyoruz.

Kadın çalıştığında ailede erkek kadın arasında da bir anarşi meydana gelir.

Kadın da kocası gibi akşama kadar çalışmıştır. Akşamleyin yemek yapılmasında, çamaşır ve diğer işlerde, kocasından eşit olarak yardımcı olmasını istemeye hakkı vardır. Bu ihtiyaç bazan ağır basar ve her ikisi de yemek yemeden yatmayı, kirli elbiselerle işe gitmeyi veya her elbise kirlenişinde kuru temizleyiciye koşmayı yahut da elbiselerini yenilemeyi isterler. Bu ise hem ruhi hem de ekonomik yönden bir yıkımdır.

Toplumda iş bölümünün oluşması, insanların kiminin imalatçı, kiminin satıcı kiminin hizmet verici olmasının sebebi de bu ruhi ve ekonomik anarşiyi önlemek içindir. Kadının da iş hayatına atılmasıyla ailedeki iş bölümü tamamen ortadan kalkar ve insanlık ilkel çağlarda olduğu gibi yalnız başına kalmak ve kendi kendine yetebilmek zorunda bırakılır. Bu ilkel bir kafa yapısının ürünüdür. Kadının çalışmasını cafcaflı laflarla bir zorunluluk gibi göstermeye çalışan modernistler aslında kafaları asırların gerisinde kalmış taş devri insanlarından pek farklı bir düşünceye sahip değillerdir.

Halbuki kadın evinde dursa, dinç kalarak ev işlerini görse kocasının hizmetini, çocuklarının bakımını ve eğitimini yapsa ruhi bütünlüğünü korumuş, hem sıhhatim muhafaza etmiş, hem kocasını memnun ve mutlu etmiş, hem de çocuklarını ideal bir şekilde büyütüp eğitmiş olacaktır.

Bütün bu mutlu sahneler basit bir heves ve tutarsız bir sebeple yıkılmaktadır. Kadının hür olması, toplum içine çıkabilmesi ve para kazanabilmesi.

Halbuki o, hür olacağına iş sahalarına hapsedilmekte toplum içine dilediğim gibi çıkacağım derken en mühim değerlerini kendini kadın yapan özelliklerini harcamakta, para kazanmaya çalışırken kazandığı paradan daha fazlasını sokağa çıkmasıyla zaruri olan uydurma masraflara ve evindeki çocukları için tuttuğu hizmetçilere ödemektedir.

Tekrar tekrar söylüyoruz, kadının iş hayatına sürülmesinin sebebi ne onu hür yapmak ne de kocasının ekonomik sultasından kurtarmaktır. Bir işin yegane sebebi vardır. O da emperyalistlerin kadını daha rahat sömürebilme ve vücudundan sınırsızca yararlanabilme arzulan!

Bunun böyle olduğunu büyük küçük bütün işverenler de bilir. Fakat, hiç birisi kendilerin cömertçe vücudunu sunan genç memurelerinden, sekreterlerinden daha açıkçası cariyelerinden vazgeçmek istemezler.

Bunların içinde gayrı müslimler olduğu gibi müslüman olduğunu söylemekten bir an bile geri durmayan sapıklar da vardır.

Halbuki kadının, daha doğrusu geçim sıkıntısı çeken ailelerin daha değişik yollarla yan gelir sağlamaları daima mümkündür.

Ülkemiz büyük oranda tarım ve hayvancılık Ülkesidir. Kapısının önünde küçük bir bahçesinde küçük de olsa bir inek besleyen, küçük de olsa bir bahçe eken kadın ailesinin tüm ihtiyaçlarını karşılayabilir.

Yine evin içinde çeşitli el sanatlarıyla meşgul olan, halı dokuyan, kilim ören, elişi yapan, elbise diken kadınlar vardır. Bunlar örnek alınabilir.

Yine çeşitli iş sahalarında işçinin işyerine gelmeden yapabileceği bir çok işler vardır. Ki bu basit işler çoğu kez işin büyük bir bölümünü teşkil ederler. Bu işlerin evlerde yapılması hem kadını evinden ayırmadan geçindirmesi, hem bu işlerin atelyelerden çekilmesiyle iş sahalarının genişlemesi hem de kirasız bir yere sevkedilmesi sebebiyle çok yönlü bir fayda sağlar.

Elinden iş gelen ve hakikaten sadece geçinmek için çalışmayı isteyen, şehevi artniyetleri olmayan bir kadın evinde hiç bir zaman boş kalmaz. Mutlaka gelir getirecek bir takım işler bulur. Evin maddi şıkırtılarını giderdiği gibi fazladan maddi refah sağlar.

Sanayi kentlerinde (İstanbul, Ankara, izmir) ve bazı el sanatlarının ileri gittiği Ege illerinde ve hayvancılığın yaygın olduğu güney ve doğu Anadolu bölgelerinde bir çok evin atelye gibi çalıştığı görülür.

Evlerde, kadının çocukların ve misafirlerin harıl harıl birşeyleri monte ettikleri, kesip biçtikleri görülür. Veya evlerde sütlerin kaynatıldığı, yayıkların yayıldığı, yağ ve peynir yapıldığı görülür.

İşte bu kadınlar da çalışırlar ve para kazanırlar. Fakat evlerinden çıkmazlar, ahlaklarını ve namuslarını feda etmezler. Çocuklarını sefil bırakmazlar, kocalarını ihmal etmezler.

Esasında bizim toplumumuzda kadınların illa da erkeklerin arasına karışarak çalışmasını zorunlu kılan bir şey yoktur. Kadınımızın evinde yapacağı işler sayılamayacak kadar çoktur.

Kadınımızı iş sahalarına çeken emperyalistler yine de ona kolay kolay elindeki bu parayı yeme veya hayırlı bir işe harcama imkanı vermezler. Topluma yaydıkları eve sokağa çıkan bir kadın için adeta vazgeçilmez olarak empoze ettikleri süs, makyaj ve sükseli giyim kuşam alışkanlıklarıyla onu büyük bir harcama içine sokarlar.

Sonuçta öyle bir an gelir ki kadının aldığı para daha eve gelmeden tükenir. Bu durumda kadın biraz daha para kazanabilmek için bazı şeylerini feda etmek zorunda kalır. Hem iş arkadaşlarını tatmin eden hem de ailesini razı edebilenler toplum içinde yaşar giderler. Ama bunu beceremeyen ve arkadaşları arasındaki avcıların eline düşenleri bir çoğu hayat kadını olarak umumhanelere sürüklenirler. Umumhane patronlarının en mühim kaynaklarından birisi de çalışan fakat süs eşyalarına para yetiştiremiyen genç kız ve kadınlardır.

Bunlar tümüyle iğrenç manzaralardır.

Toplumumuzu batıya adapte etmeye başladığımız yirminci yüzyıl başından itibaren üzerimize yığılan bela bulutlarıdır.

Bu bölümü bitirirken son olarak müslüman kardeşlerimize şunları söylemek isteriz:

İslâm'ın bir takım prensipleri vadır ki bunları öğrendiğimizde bu problem kendiliğinden halledilir. Yine müslümanlar kendilerini bu prensiplerin sınırlarına uydurmak zorundadırlar.

Birinci olarak İslâm, zina yollarından biri olan kadın erkek beraberliğini katiyyetle yasaklar. Şayet kadının çalışması zorunluysa erkeklerin bulunmadığı bir yerde çalışabilir. Bir müslüman kadınının erkekler arasında hele hele İslâmi giyimden tavizler vererek çalışması bütünüyle islâm'a aykırıdır.

İkinci olarak, islâm, ailede erkeği kadının ihtiyaçlarını karşılamakla yükümlü tutmuştur. Kadının para kazanma hususunda herhangi bir sorumluluğu yoktur. Evlenme akdi yapılırken erkeğin onu kabullenmesi bir nevi onun bütün maddi giderlerini karşılamaya razı olduğu anlamına gelir. Kadının kocasının getirdiği parayla yaşamını sürdürmesi onun için bir zillet veya alçalış değil Öz malı derecesindeki hakkını almasıdır. Şayet erkek hanımının maddi ihtiyaçlarını karşılayamıyorsa kadına ayrılma hakkı doğar. Yok eğer iki taraf da ailenin devamını istiyorlarsa onların geçimini üstlenmek, en azından erkeğe bir iş sahası bulmak devletin görevidir. Zaten devlet İslâm'ın kendisine has vergi toplama ve dağıtma usulünü uyguladığı zaman İslâm toplumunda hiç bir ailenin aç kalması mümkün değildir.

İslâm anlayışına göre kadının vazifesi ailenin mali giderlerini karşılamak değil, ev kadını, kocasının hanımı ve çocuklarının anası olmasıdır. Diğer vazifeler ikinci derecededir. Kadın ailesini muhafaza etmekle toplumun temel taşını sağlam tutmuş olacak, kocasını mutlu etmekle toplum huzuruna direkt olarak tesir edecek, çocuğunu düzenli bir şekilde yetiştirip eğittiğinde istikbal için hayırlı temeller atmış olacaktır.

Bu büyük vazifelerin ve sonuçta kazanılan faydaların yanında toplum içinde iş hayatına atılması sonucu elde edeceği faydalar oldukça cüce kalırlar.

Bir müslüman hatta aklı selim normal bir insan bile tercih esnasında terüddüt etmeden doğru olanı tanıyabilecektir.


T.C.
BAŞBAKANLIK
DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI

Kadınların İş Hayatında ve Yönetimde Yer Almaları

06.02.2003

DİN İŞLERİ YÜKSEK KURULU KARARI

Din İşleri Yüksek Kurulu, 24.10.2002 tarihinde Kurul Başkanı Doç.Dr.Şamil DAĞCI’nın başkanlığında toplandı.

Dinî Soruları Cevaplandırma Komisyonunca hazırlanan “Kadınların İş Hayatında ve Yönetimde Yer Almaları” konusundaki rapor görüşüldü. Yapılan müzakereler sonunda:

İslam’da insan olmaları bakımından, erkekle kadın arasında herhangi bir ayrım söz konusu değildir; her ikisi de eşit derecede Yüce Allah’ın emir ve yasaklarına muhataptır. Erkek olsun kadın olsun, bütün insanlar yeryüzünü imar etmek ve orada Allah’a kulluk etmekle yükümlüdürler. İslâm’da insanlık ve Allah’a kulluk bakımından kadınla erkek arasında bir fark bulunmadığı gibi temel hak ve sorumluluklar açısından da kadın erkek ayrımı bulunmamaktadır.

Dinimizde, erkeğe tanınan temel hak ve hürriyetler, aynı derecede kadına da tanınmıştır. Buna göre yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme; kişi hürriyeti ve güvenliği; vicdan, dini inanç ve kanaat hürriyeti; mülkiyet ve tasarruf hakkı; meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunmada bulunma, kanun önünde eşitlik ve adaletle muamele görme hakkı, mesken dokunulmazlığı, şeref ve onurun korunması, evlenme ve aile kurma hakkı, özel hayatın gizliliği ve dokunulmazlığı, geçim teminatı gibi temel haklar bakımından kadınla erkek arasında herhangi bir ayrım söz konusu değildir.

Kur’an-ı Kerim’de Hz. Peygamber'in kadınlardan biat almasının zikredilmesi (Mümtehine, 60/13), İslâm’da kadının iradesinin bağımsızlığını açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Bu itibarla kadın olmak, hak ehliyetini ve fiil ehliyetini daraltan bir sebep değildir. Sahip olduğu hakların, kocası ya da başkası tarafından ihlal edilmesi halinde kadının hakime başvurarak haksızlığın giderilmesini isteme hakkı bulunmaktadır.

İslâm'da kadının konumu ve hakları konusundaki tartışmaların önemli bir kısmı, kadının sosyal hayata katılması, çalışması ve kamu görevi üstlenmesi noktalarında odaklaşmaktadır.

1. Kadınların Ticaret ve İş Hayatına Girmesi

İslâm'a göre, kural olarak kadın, ev içinde ve dışında çalışabilir; ailesinin ihtiyaçlarını sağlamada kocasına yardımcı olabilir. Şartlara ve ihtiyaçlara göre, aile hayatında eşlerin rollerinin değişmesi de mümkündür. Önemli olan hayatın huzur ve düzen içinde geçmesi, ihtiyaçların karşılanmasında bireylerin imkan ve kabiliyetlerine uygun sorumlulukları dengeli şekilde üstlenmeleridir. Bazı kaynaklarda yer alan Hz. Peygamber'in, evin iç işlerini kızı Hz. Fatıma'ya, dış işlerini ise damadı Hz. Ali'ye yüklemiş olması[1], Müslümanlar için bir aile modeli oluşturma amacına yönelik bağlayıcı bir kural değil, ihtiyaç, örf ve adete dayalı tavsiye niteliğinde bir çözümdür. ­

Kaldı ki, ev hanımının ailesine ve topluma katkıları küçümsenemeyecek kadar önemli bir iştir.

Kadın, mali ve ticarî alanlarda erkeklerle eşit konumda olup, kadın olması sebebiyle herhangi bir kısıtlamaya maruz değildir; ticaret ve borçlar hukuku alanında erkeklerin sahip oldukları bütün hak ve yetkilere sahiptir. İslâm dininde erkek – kadın ayrımı yapılmaksızın, çalışıp kazanmak teşvik edilmiş, "insan için ancak çalıştığı vardır" (Necm, 53/39); "… Erkeklere kazandıklarından bir pay vardır; kadınlara da kazandıklarından bir pay vardır. Allâh'ın lutfundan nasibinizi isteyin..." (Nisa 4/32) buyurulmuştur.

Çalışma kapsamında değerlendirilen ticaret ile ilgili “Ey iman edenler! Mallarınızı aranızda batıl yollarla yemeyin. Ancak karşılıklı rıza ile yapılan ticaretle olursa başka. Kendinizi helâk etmeyin. Şüphesiz Allah size karşı çok merhametlidir” (Nisa, 4/29), âyeti ile “Sizden herhangi birinizin ipini alıp da dağdan sırtına bir bağ odun yüklenerek getirip satması, dilenmesinden daha hayırlıdır”[2] hadisinde kadın erkek ayrımı söz konusu değildir.

Dinimizin insanlar arası ilişkilerde ve ticarî hayata ilişkin koyduğu açıklık, dürüstük, güven, doğru sözlülük, sözünde durma, şart ve akitlere bağlı kalma, karşı tarafın zayıflığı, bilgisizliği ve sıkıntıda olmasını istismar etmeme gibi genel ilkelerine bağlı kalmak şartıyla, erkek ve kadın herkes helal ve meşru yollardan kazanç elde etme hakkına sahiptir.

2. Kadının Yöneticiliği

Bazı kaynaklarda kadının kamu görevi üstlenmesini sınırlandıran görüş ve hükümler yer almaktadır. Ancak bu görüş ve hükümler, nasların açık ifadelerinden kaynaklanmayıp, fakihlerin içinde bulundukları sosyokültürel ve ekonomik şartları göz önünde bulundurarak ulaştıkları sonuçlardır.

Hz. Peygamber devrinden itibaren kadınlar, öğretmenlik, memurluk, doktorluk, hemşirelik, zabıta memurluğu gibi çeşitli özel ve kamu işlerinde çalışmışlardır. Nitekim Hz. Ömer, Medine pazarına Şifa b. Abdullah'ı denetim görevlisi olarak tayin etmiştir. Bu konuda, hemen bütün fakihler görüş birliği içindedirler. Bununla birlikte, hakimlik ve üst düzey yöneticilik yapmaları konusunda önemli görüş ayrılıkları bulunmaktadır. İslâm hukukçularının çoğunluğu kadından hakim olmayacağı kanaatindedirler. Ancak bu görüş, açık bir nassa dayanmayıp, toplumun gelenek ve telakkilerinden kaynaklanmaktadır. Hanefiler ve İbn Hazm, kadınların şahitlik yapabildiği dava türlerinde hakimlik de yapabileceği görüşündedirler. Taberî ve Hasan-ı Basrî gibi İslâm bilginleri ise, kadınların hakim olmasına hiçbir dinî engelin bulunmadığını kabul etmişlerdir. Bunlar da göstermektedir ki, klasik dönem İslâm bilginleri, kendi devirlerindeki bilgi, kültür ve tecrübe birikimlerinden hareketle, kadınların hakim olmalarıyla ilgili kanaatlerini ortaya koymuşlardır. Klasik fıkıh

kaynaklarında, kadınların üst düzey kamu yöneticisi olamayacaklarına dair görüşler yer almaktadır. Bunlar da, yine fakihlerin kendi devirlerindeki bilgi, kültür ve tecrübe birikiminden kaynaklanmaktadır.

Hakimlik ve yöneticilik, toplumda önemli bir kamu görevi olduğundan, İslâm hakim ve yönetici olarak görevlendirilecek kişilerin, bu görevleri hakkıyla yürütebilecek niteliklere sahip olmaları üzerinde durmuş, cins, yaş veya renklere göre bir ayırım yapmamıştır. Hz. Peygamber ve sahabe döneminde kadınlar, henüz haklarındaki olumsuz yargılar tamamen silinmemiş olduğu halde içtihat etmiş, hüküm ve fetva vermiş, bir nevi hakimlik ve yöneticilik yapmış, savaşlara katılmış, yönetimin kararlarını etkileyecek ölçüde siyasi faaliyetlerde bulunmuşlardır. Ancak kadınların da sahip oldukları hak ve yetkilerin uygulamaya geçirilmesi ve kadınların sosyal hayatta aktif rol üstlenmeleri tamamen sosyoekonomik ve kültürel şart ve ihtiyaçlarla ilgilidir. İslâm bu konuda temel hak ve ilkeleri belirtmekle yetinmiş, geri kalan kısmı Müslüman toplumların kendi gelişim seyrine terkedilmiştir.

Aynı şekilde klasik kaynaklarda, devlet başkanı olmanın şartları arasında erkek olmak zikredilmekte, "Yönetimini kadına teslim eden bir toplum iflah olmaz"[3] hadisi delil getirilmekte ve bu görüşü desteklemek amacıyla, devlet başkanının ordunun başında sefere çıkması, Cuma hutbesini okuması ve namazı kıldırması gerektiği ileri sürülmektedir.

Her kamu görevinde olduğu gibi devlet başkanlığı için de liyakat şart olduğundan, devlet başkanlığına getirilecek kişinin cinsiyetine değil, bu göreve layık olup olmadığına bakılır. Diğer taraftan, devlet başkanının ordunun başında sefere çıkması, Cuma hutbesini okuması ve namazını bizzat kıldırması gerekmez. Bunların, görevlendireceği kişiler tarafından yaptırılması mümkündür. "Yönetimlerini kadına teslim eden bir toplum iflah olmaz" anlamındaki hadise gelince, Hz. Peygamber bu sözüyle, başkanı bir kadın olan Sâsânî Devletinin kısa süre sonra yıkılacağını haber vermektedir. Nitekim bu devlet, kısa bir süre sonra yıkılmıştır. Diğer taraftan Kur'an-ı Kerim'de, Sebe' Melikesi Belkıs'tan bahsedilirken herhangi bir olumsuz ifadeye yer verilmemiş olması, tarihte ve günümüzde başında kadın olduğu halde güçlü bir şekilde varlığını devam ettiren ülkelerin bulunması, Hz. Peygamber'in bu sözününün genel hüküm içermediğini göstermektedir.

Bu bakımdan İslâm'da kadının, kamu görevi yapmasını yasaklayan açık, kesin ve bağlayıcı bir nas yoktur. Bu itibarla, gerekli fıtrî donanımı haiz, liyakatli kadınların devlet başkanlığı da dahil, her türlü yönetimde görev almasında dinî açıdan bir sakınca yoktur.

3. Sonuç

Yukarıda zikredilen açıklamalar ışığında;

a) İslâm'da, erkeklere tanınan temel hak ve hürriyetlerin, aynı derecede kadınlara da tanındığına, kadın olmanın, hak ve fiil ehliyetini daraltan bir sebep olmadığına,

b) İslâm'ı öngördüğü temel prensip ve hükümlere, genel ahlak kurallarına uyulmak kaydıyla, kadın - erkek herkesin, çalışma, ticaret yapma ve iş hayatına katılma hakkına sahip olduğuna,

c) Gerekli fıtrî donanımı haiz, liyakatli kadınların devlet başkanlığı da dahil, her türlü yönetimde görev almasında dinî açıdan bir sakınca olmadığına,

Karar verildi.

--------------------------------------------------------------------------------

[1] İbn Ebî Şeybe, Musannef, X/165, No: 9118; XIII/284, No: 16355; Ömer Nasuhî Bilmen, Hukuk-i İslamiyye, II/484.

[2] Buhârî, Büyû’ 5.

[3] Buhârî, Megazî, 82; Tirmizî, Fiten, 75.

 

ÖMÜR SERMAYESİ TÜKENİYOR...
 
 









BİR AYET-BİR HADİS-BİR DUA
 


 
 
Bugün 34 ziyaretçi (73 klik) kişi burdaydı!

MERHABA... DİN KÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ ÖĞRETMENİ OSMAN YALÇINTAŞ'IN WEB SİTESİNE HOŞGELDİNİZ Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?

Ücretsiz kaydol