MERHABA... DİN KÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ ÖĞRETMENİ OSMAN YALÇINTAŞ'IN WEB SİTESİNE HOŞGELDİNİZ

   
 
  SİHİR,BÜYÜ,FAL,MUSKA

 SİHİR,BÜYÜ,FAL,MUSKA:

İnsana yönelik olarak tabiat üstü gizli güçlerin yardımı ve aracılığıyla belli bir maksadı gerçekleştirmek ve belli bir gayeye ulaşmak için uygulanan ve etkili olduğu kabul edilen eylem; bir şeyin veya olayın gerçek hüviyetinden uzak olarak başka bir halinin gösterilmesi.

Sihir, İslâm'ın kesin olarak yasaklayıp reddettiği bir inanç ve işlem olup tabiat kuvvetleriyle insanlara bir takım etkilerin yapıldığı söylenen ilkel bir anlayış ve olgudur. Tevhid inancının insanların hayatından uzak kaldığı dönemlerde toplumların ilkel inançlara saplanmasıyla ve özellikle totem inancının yaygın olduğu kitleler arasında çeşitli göz boyama yollarıyla yapılan sihir, eski İran, Çin, Mezopotamya, Arap yarımadası, Mısır ve Hindistan'da rastlanan bir meslek haline getirilmiştir. Allah inancının ve sağlam düşüncenin zayıfladığı dönemlerde daha çok rastlanan bir olay olan sihir, bazı toplumlarda dinî törenlere bir inanç haline getirilmiş ve Allah'ın kudreti unutularak bir çok sihirbaz ve kâhinin sözleri geçerli kılınmıştır. İslâm'ın sihirbaz ve kâhinleri kınaması, insanları basit inanç ve düşüncelerle oyalayıp onları gerçek Allah inancından uzaklaştırarak ilkel ve akıl dışı anlayışlara sürüklemelerini engellemek içindir.

Rasûlüllah (s.a.s)'da bir hadislerinde sihrin büyük günahlardan ve helak edici yedi şeyden biri olduğunu belirtmişlerdir. Yine Rasûlüllah (s.a.s); "Bir düğüme üfüren sihir yapmış olur. Sihir yapan da şirke girer" (Nesâi, Tahrimüd-Dem, 19) buyurmuşlardır.

Kur'an-ı Kerim'de müslümanla sihirbazların şerrinden sığınmaları âyetle öğretilmiştir: "Düğümlere nefes eden büyücülerin şerrinden Allah'a sığınırım" (Felâk, 113/4).

"Her kim falcıya, gaipten haber verene ve sihirbaza giderek onlardan bir şey sorar, söylediklerine inanır ve tasdik ederse kâfir olur" (Tirmizi, Tahare, 102; İbn Mace, Tahare, 122)

BÜYÜ

            Din ile ilgisi olmayan dualar ve hareketlerle ruh üzerine tesir yapmak. Buna Arapça'da "sihir" adı da verilir. Bir insanı istenilen şeyi yapmağa sevk eden gizli kuvvet, tabiata aykırı haller vücuda getiren etkiler. Bunları yapanlara "büyücü" denilir. Büyüyü şöyle tarif etmek mümkündür. Herhangi bir çıkar uğruna başkasına zarar vermeye yönelik meşru olmayan yollarla bir takım gizli kuvvetleri yönlendirerek yapılan ve gerçeğe uymayan gözbağcılık, düzenbazlık, oyunculuk şeklindeki işler. Gözbağcılık, düzenbazlık gibi oyunlarla insanları aldatan kişiye büyücü, bu kişilerin yaptığı işe büyü, bu işin meslek haline getirilmesine de büyücülük denir. Büyücülük, İslâm'dan önce Araplar'da, Rumlar'da, Hintliler'de, Mısırlılar'da yaygın idi. Özellikle Hz. Musa zamanında büyücülük itibarlı bir meslek idi. Hz. Süleyman zamanında da yaygındı. Büyünün kendine göre özellikleri ve çeşitleri vardır.

             İslâm toplumlarında sihir: Müslümanlardan bazıları büyüde Yahudilerden, Suriyeliler'den, İranlılar'dan, Keldânîler'den ve Yunanlılar'dan ders almışlardır. Tütsü, tılsım, muska, cadılık, fala bakmak vs. hep oralardan gelmiştir. Müslümanlar cinlere inandıkları için bu inanç sihre inanmaya da yol açabiliyordu. Rasûlullah (s.a.s.) "isabet-i ayn"a, yılan sokması ve genellikle hastalıklara karşı rukyayı yani duayı caiz görmüştür. Fakat büyü ile Hz. Peygamber'in (s.a.s.) duası arasında hiçbir ilişki yoktur. Bir takım fal kitapları vardır ki kelime ve harflerin suretiyle geleceği bilmeye çalışırlar.

           Büyü ve büyücülük İslâm'da yasaklanmıştır. Kur'an-ı Kerîm'de büyücülerin iflah olmayacağı (Tâhâ, 20/69) belirtilmiştir. Kâfirler, kendilerini haklı çıkarabilmek, Allah'ın elçilerini yalanlamak için onları büyücülükle, büyü yapmakla suçlamışlardır. Büyücülükle suçlananlar arasında Hz. İsa (es-Sâf, 61/6); Hz. Musa (ez-Zuhruf, 43/49); (ez-Zâriyat, 51/39), Hz. Süleyman (el-Bakara, 2/102), Hz. Muhammed (el-Hicr, 15/6) zikredilmektedir. Başka bir ayette, inanmayan kişilerin bütün peygamberleri büyücülükle suçladıkları görülmektedir (ez-Zâriyat, 51/52). Hz. Peygamber (s.a.s.) bir hadisinde yedi şeyden sakınınız" buyururken ikinci sırada "sihir yapmayı" zikretmiştir. (Buhârî, Iiasâya 23; Müslim, İman,144). Başka bir hadiste büyü yapan kişinin küfre girdiğini belirtmiştir. Muhabbet için efsun yapmanın, ipliğe okumanın, büyü yapmanın şirk olduğunu da belirtmiştir (Nesâî, Tahrim 19). Büyüye inanan kişinin Cennet'e giremeyeceği de (Ahmed İbn Hanbel, II, 83; IV, 399) belirtilmiştir.Başka bir hadiste de büyücüye, müneccime, gaibden haber veren kimseye inanan kişinin Kur'an'ı inkâr etmiş olduğu belirtilmektedir. (Ebû Davûd, Tıp, 21).

KEHANET

            Gaybdan haber vermenin bir başka türü de kehanettir. Bu işi yapan ki­şilere kahin denir. cahiliye Arapları derin bir araştırmaya dayanan bilgilere sahip olan kişilere de kahin derlerdi. Dini literatürde de kahin denince, gele­cekte meydana gelecek olayları bildiğini iddia eden, gizli ve görünmeyen alemden haberdar olduğunu söyleyen kişilerin genel adı olmuştur.

          Kehanetin, modem bilimin yeterince gelişmediği, dini bilginin de eksik kaldığı dönem ve toplumlarda bir hayli yaygın olduğu, bunun da temelinde, yukarıda temas edildiği üzere, insanın bilinmeyene ilgi duyması, gizemli olanı merak etmesi, etrafında olup bitenlerin sebebini kavrama isteyişi gibi bir saikın yattığı söylenebilir. Ancak İslam dini Allah’tan başka varlıkların gaybı bileceği ve insanın kaderini etkileyebileceği inancını içeren, neticede tevhit esasını zedeleyen her türlü batıl inanış ve yönelişe karşı sert bir tavır almış, bunun için de falcılığı, uğursuz sayma inancını ve kehaneti yasakla­mıştır.

           Kur’an-ı Kerim ve hadislerde kehanet yasak edilmekte, kahinler yerilmekte. Onları tasdik edenin Hz. Muhammed’e indirileni inkar etmiş olacağı (Ebü DAvüd, “Tıb”, 2; Tirmizi. “Taharet”, 102; İbn MAce, “Taharet”, 122>, cennete giremeyeceği (Müsned, 111, 14) ve kırk gün namazının kabul edilmeye­ceği (Müslim, “Selam, 33> ifade edilmektedir. Bu ağır tehdit, fal ve kehanet inancının, falcı ve kahinlerden yardım istemenin İslam’ın özüne ve inanç sistemine temelden aykırı olması sebebiyledir

FAL-FALCILIK

          Gelecekte olacak şeyler hakkında bilgi sahibi olmak için başvurulan çeşitli yollar. Baht, uğur ve talihi anlamak için birtakım garip yollara başvurma, atılan boncuk ve baklaya, tesadüfen açılan bir kitabın bir satırına, koyunun kürek kemiğine kahve fincanına vb. şeylere bakıp bunlardan anlam çıkarma işi. Gelecekte olacak şeyleri anlamak maksadıyla yapılan eylemler hakkında kullanılan bir tabir. "Kamûs-u Osmanî'de: "Kısa fikirlilerin ümid ettikleri bir maddeyi çıkarmak maksadıyla; kitap açmak ve kitaba, baklaya bakmak gibi değişik yöntemlerle yapılan teşebbüs,bu teşebbüsün gösterdiği netice" olarak tarif edilmiştir.

           Kur'an'da, "fal" kelimesi geçmemekle birlikte, Peygamber (s.a.s.)'in bazı hadislerinde, şekil olarak buna benzer fakat mana yönünden bizim anladığımız fal'dan daha değişik bir mana arzeden "fe'l" sözü geçmektedir. Şöyle ki; "adva (hastalığın Allah'ın takdiri olmaksızın bulaşması) yoktur, tıyara (bir şeyi uğursuz sayma) da yoktur. Ben hayırlı "fe'l"i (bir şeyi hayra yorma) severim" (Buhari, Tıb, 43; İbn Mâce, Tıb, 43), hadisinde geçen "fe'l" kelimesinin bildiğimiz falla aynı anlama gelmediği açıktır.

          Ebû Hureyre'nin, Peygamberimiz (s.a.s.)'den naklettiği başka bir hadiste; ''Tıyara yoktur, daha hayırlı olan fe'l vardır." buyurdular. Ebu Hüreyre; "Fe'l nedir ey Allah'ın Resulu? diye sorunca 'Sizden birinizin işittiği salih sözdür' dedi" (Buhâri, Tıb, 44).

        Hasta olan bir kimsenin; "ya sâlim" ! diye bağıran birinin sesini duyması veya yitiğini arayan birinin; "ya vâcid! " diye seslenen birinin sesini duyunca, "bununla tefe'ül ediyorum" deyip, hastalıktan kurtulmayı umması ve yitiğini bulacağını ümid etmesidir. Yani bu sesleri hayra yorarak, neticenin bu şekilde olmasını beklemesidir

(İbnu'l-Manzûr, "Lisanü'l-Arab " XI V.; İmam Ebi Bekir er-Râzı, "Muhtaru's-Si hah" Fe'l maddesi).

        Cahiliye Arapları, bir sefere, bir savaşa, bir ticarete, bir nikâha yahut herhangi bir işe teşebbüs edecekleri zaman üç zar (veya ok) çekerler yahut kuş uçururlardı. Bu zarların (veya okların) birinde, "Rabbim emretti" yahut "yap" diye emir; diğerinde, "Rabbim nehyetti" yahut, "yapma" diye nehy kelimeleri yazılı olurdu, biri de boş bulunurdu. Birisi torbaya elini sokar, zarlardan birini çeker, emir çıkarsa yaparlar, nehy çıkarsa yapmazlar, boş çıkarsa bir daha çekerlerdi. Kur'an bunu şu ayetle yasaklamıştır: ''Ey iman edenler! İçki, kumar, putlar ve fal okları şeytan işi birer pisliktir,. bunlardan kaçının ki, kurtuluşa eresiniz" (el-Mâide, 5/90).

        Cahiliye’de, bir de kuş uçurma âdeti vardı ki, bir yere gidecekleri zaman bir kuş uçururlar, sağa giderse teyemmüm (uğurlu sayma), sola giderse teşe'üm ederler (uğursuzluk sayarlar)dı. Peygamberimizin, "tıyara yoktur" hadisi ile bunun da yasaklandığını biliyoruz.

          Bugün yaygın olan fal çeşitlerinden biri de, modern câhiliyenin itibar ettiği yıldız falıdır. Gökteki burçlardan istidlâl ile yapılan bu falcılığın aslı Sâbiîlere dayanır. Sâbiîler, İdris (a.s)'ın, mucizesi iddiasıyla sema'yı oniki burca taksim etmişler ve eflâkten yalnız tapındıkları ve heykellerini diktikleri "sebaî" gezeğenlerin durumlarına göre, yeryüzünde meydana gelecek of ayları bildireceği iddiasıyla yıldızlarla ilgili birtakım hükümler yazmışlardı. Onların bu inançları günümüze kadar gelmiş bulunmaktadır (Elmalılı M.H.Yazır, "Hak Dini Kur'ân Dili", VII. 5208).

            Dinimizin kesinlikle yasakladığı falcılık, bir çeşit Gaybdan haber vermedir. Halbuki, Kur'an-ı Kerîm; gaybı, Allah'tan başka hiçbir kimsenin bilemeyeceğini, peygamberlerle melekler dahi, kendilerine vahyedilmedikçe Gaybdan haber veremeyeceklerini açıkça bildirmektedir:

"De ki: 'Göklerde ve yerde olan gaybı, Allah'tan başka bilen yoktur" (en-Neml, 27/65) ve "De ki: Size 'Allah'ın hazineleri elimdedir demiyorum, gaybı da bilmiyorum...." (el-En'âm, 6/50), "Eğer gaybı bilseydim, daha fazla hayır yapardım...." (el-A 'râf, 7/188) âyetleri buna yeterli delildir.

            Kendilerine "arrâf" yahut "kâhin" denilen falcıları ve bu falcılara gidip fal açtıran, onlara inanan veya destekleyenleri Peygamber (s.a.s.) ağır bir dille kınamış hatta kâfirlikle nitelemiştir. "Her kim bir arrafa gidip de ona bir şey sorarsa, kırk gecelik namazı kabul olmaz" (Müslim, Selâm, 125) buyurmuştur. Ebû Dâvûd'da geçen bir hadis ise şöyledir: "Kim bir kâhine gider, dediklerini doğrularsa; şüphesiz ki Muhammed'e indirilmiş olanı inkâr etmiş olur" (Ebû Dâvûd, Tıb,3904).

 

MUSKA

Bazi hastaliklari, kötülükleri ve nazari uzaklastirmak için boyna asilan veya üstte tasinan yazili kagit; üç köseli sekilde katlanmis sey; üç köseli bir nüsha manalarinda kullanilir.

Muska kelimesinin asli "nüsha"dir. Arapça nüsha'dan Türkçeye bu sekilde, degiserek geçmistir. Buna Kuzey Afrika'da "hurz", Dogu Arabistan'da "hamaya", "hafiz" yahutta "maâza", Türkiye'de "muska", "nusha" veya "hamail" denir. Hadis ve fikih kitaplarinda, "rukye" olarak geçmektedir.

Muska, genellikle olasi bir hastaliktan korunmak veya tedavî amaciyle yazilarak tasinir. Çogunlukla üçgen biçiminde mesin, teneke, gümüs ve altin kalplar içine konarak boyna asilir ya da kola takilir. Dört köseli veya kalp biçimiiide kaplara da konan hamail, bütün Islâm dünyasinda yaygin biçimde kullanilmaktadir.

Muskalara yalnizca sûre, ayet, hadis veya bir dua yazildigi gibi, Allah'in, meleklerin, efsanevî kisilerin adlari, anlasilmaz tilsimli sözler, simgeler, yildiz isaretleri, rakamlar, rumuz ve isaretler, insan ve hayvan resimleri ile garip harf sekilleri de yazilip çizilmistir. Sûre, ayet, hadis ve duanin yazildigi muskalar Islâm dönemine; digerleri ise, Islâm'dan önceki batil inanç ve hurâfelere aittir.

Müslümanlar arasinda muskalara 113. sûre olan Felak, 114. sûre olan Nâs, Yasin, Fâtiha süreleri, Âyetü'l-Kürsi (2/256), Âyetü'l-Ars (9/130), diger çesitli ayet, hadis ve dualar yazilir.

Islâm fikhi âlimleri, zarari gideren seyleri üçe ayirmislardir: Birincisi, açlik için ekmek yemek ve susuzluk için su içmek gibi kesin olanlaridir. Ikincisi, tibbî tedâvilerin bir kismi gibi muhtemel (maznûn) olanlardir ve üçüncüsü de, okuyarak tedâvi gibi, etkisi ihtimalli olanlardir. Zarari giderecegi kesin olan seyi kullanmak farz ve onu terketmek haramdir. Muhtemel olani yapmak iyidir. Ancak onu terketmek haram degildir. Üçüncü türünü yapmak da caizdir (Elmalili Hamdi Yazir, Hak Dini Kur'ân Dili, Istanbul 1970, IX, 6395 vd.).

Dolayisiyle Islâm'a göre nazar, korku ve benzeri bazi psikolojik hastaliklar için sûre, ayet, hadis ve dualari okumak ve yazip bir yere asmak caiz kabul edilmistir.

Her seyden önce Islâm dini, insan sihhâtinin korunmasina ve hastalandigi zaman tedâvî görmesine son derece önem vermistir. Ebu Hureyre, Ibn Abbâs ve Ibn Mes'ûd'tan rivâyet edildigine göre, birisi Hz. Peygamber (s.a.s)'in huzuruna gelerek, "Ya Rasûlallah, gerektiginde tedâvi olalim mi?" diye sormus. Hz. Peygamber (s.a.s) bu soru üzerine: "Ey Allah'in kullari tedâvi olunuz. Yüce Allah ihtiyarligin disindaki her hastaligin sifâsini da yaratmis" diye buyurmustur (Buhârî, Tib, 1; et-Tirmizî, Tib, 2;)

Ebu Sâîd kanaliyla rivâyet edilen bir hadiste, Hz. Peygamber (s.a.s)'in muavvizeteyn* (Felak ve Nas) sûreleri nazil oluncaya kadar, insan ve cinlerin nazarlarindan Allah'a sigindigi açiklanmaktadir (et-Tirmizî, Tib, 16; Ibn Mace, Tib, 33).

Hasta olan bir insanin dua etmesi ve okumasi câiz oldugu gibi, salih kimselere bunu yaptirmak da câizdir. Hz. Aise (r.a)'dan söyle rivâyet edilmistir: Hz. Peygamber (s.a.s) hasta olan akrabalarinin üzerine okuyarak sag eliyle onlari sivazlar ve söyle derdi: "Ey Allah'im, ey insanlarin Rabb'i, su hastaligi götür, sifâ ver, sifâ veren Sensin. Senin verecegin sifâdan baska sifâ yoktur. Hastaligi ortadan kaldiracak bir sifâ ver" (Ibn Mace, Tib, 35, 36).

Bu ve benzeri rivâyetlere göre, okuma ve yazma sûreti ile tedâvî caizdir. Ancak bunun için bazi sartlar vardir. Bu sartlari söyle siralamamiz mümkündür:

1- Okunan ve yazilan sey sûre, ayet, hadis veya manasi anlasilan dua olacak.

2- Manasi bilinmeyen bir takim isim, harf, resim ve isâretler kullanilmayacak. Buna göre, yukarida anlatilan ikinci çesit muskalar Islâm'a göre haram ve yasaktir.

3- Tibbi tedâvide oldugu gibi, burada da sifâ verenin yalniz Allah olduguna inanilacak; O'ndan baskasindan hiç bir sey umulmayacaktir.

4- Sevdirmek veya nefret ettirmek gibi, tedâvi ile alakasi olmayan seyler için yapilmayacaktir (Elmalili Hamdi Yazir, Hak Dini Kur'ân Dili, IX, 6397).

Dikkat edilecek diger bir husus da muska yazarken veya yazdirirken, Islâm'a muhalif olan her seyden uzak durmak gerekir. Ölçü Islâm ve niyet Allah'in rizasi olmalidir.

Âlimlerin çogunlugu, okuma veya yazma yolu ile tedâviden ücret almayi câiz görmüs bunu haram kabul etmemislerdir (et-Tirmizî, Tib, 20; el-Aynî, Umdetu'l-Kari, V, 647). Ancak bunu istismar etmemek gerekir.

Yukaridaki sartlara uygun olarak yazilan muskalari kullanmak ve tasimak (caizin terki ise evlâdir). Islâm dini açisindan herhangi bir sakincasi yoktur; fakat bu sartlara aykiri olarak yazilan ve tasinan muskalar, Allah'a ortak kosma (sirk) anlamina geleceginden, kesinlikle yasaklanmis, haram kabul edilmistir.

 

 

 

ÖMÜR SERMAYESİ TÜKENİYOR...
 
 









BİR AYET-BİR HADİS-BİR DUA
 


 
 
Bugün 28 ziyaretçi (53 klik) kişi burdaydı!

MERHABA... DİN KÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ ÖĞRETMENİ OSMAN YALÇINTAŞ'IN WEB SİTESİNE HOŞGELDİNİZ Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?

Ücretsiz kaydol