MERHABA... DİN KÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ ÖĞRETMENİ OSMAN YALÇINTAŞ'IN WEB SİTESİNE HOŞGELDİNİZ

   
 
  FELSEFİ SÖZLER-2

 

CIORAN

"Hakikatler"... artık onların yükünü çekmek istemiyoruz, ne de onlara kanmak veya suç ortağı olmak... Bir virgül için ölünen bir dünya düşlüyorum.

Aşka, hırsa, topluma sırt çevirenlerden kendinizi sakınınız. Vazgeçmiş olmanın intikamını alacaklardır.

Fikirler tarihi, yalnızların kininin tarihidir.

İleride biyografisini yazacak birinin çıkması ihtimalinin, kimseyi bir hayatı olmaktan vazgeçirmemiş olması inanılmazdır.

Bir zihni, karanlık fikirleri kavramaktan duyduğu tiksinti kadar hiçbirşey kurutamaz.

Temel bir yanılgı olmasından da evvel, hayat, ne ölümün ne de şiirin düzeltmeyi başarabildiği bir zevksizliktir.

Her düşünce, bir gülümseyişin yıkıntısını andırmalıdır.

Büyük adamların gündelik hayatı tahayyül edilmeye çalışıldığındaki o tedirginlik... Öğleden sonra saat ikiye doğru, Sokrates ne yapardı dersiniz?

Fikirlere onca yürek temizliğiyle inanmamız, bunları tasarlayanların memeli olduklarını unutmamızdandır.

Düşüncenin yapısında, alnımı yaslayacak hiçbir kategori bulamadım. Buna karşılık, Kaos gibi yastık mı var?

Bilime itiraz: Bu dünya, bilinmeye layık değil.

İçimizde doğan her fikirle içimizdeki birşeyler çürür.

Gerçek bende nefes darlığı yapıyor.

Bitkisel bir bilgeliğe doğru: Bir ağacın gülümsemesine karşılık, bütün korkularımdan yüz çevirirdim...

"Gözleri içine düşmüş kırık bir kukla gibiyim." Bir akıl hastasının bu lafı, içebakış üzerine olan eserlerin tamamından ağır basar.

Sadece bir kere bile sebebsiz yere hüzünlendiysen, bütün hayatın boyunca bilmeden öyle olmuşsundur.

Oluş: hallolmayan bir can çekişme.

Hüzün: hiçbir mutsuzluğun doyuramadığı bir iştah.

Bin yıllık savaşlar Batı'yı sağlamlaştırdı; yüz yıllık "psikoloji" ise can havline kaptırdı.

Kendini çekilmez kılmayı bilmeyen kimse yalnızlığına göz kulak olamaz.

Sadece, canım isteyince ölmek elimde olduğu için yaşıyorum: İntihar fikri olmasa, kendimi çoktan öldürmüş olurdum.

Düşmanlarımızı seçmeyi bırakıp elimizin altındakilerle yetinmeye başladığımız zaman artık genç değiliz demektir.

Tanrı'sız herşey yokluktur; ya Tanrı? En üst yokluk.

Şüphelerinden emin olunmadığında ve kendi kendine "bunlar hakikatten şüphe mi?" diye sorulduğunda nasıl da endişelenilir!

İnsanların kusurlarından, faziletlerinden de kaçmadan sakınılamaz. Böylece bilgelik yoluyla harap olunur.

Ümit etmek geleceği yalanlamak'tır.

Kendimizi istediğimiz kadar bıkkınlığa kaptırmış olalım, habercimiz Kserkses'in (Pers Kralı) karikatürleri olarak kalacağız. Yeni bir zevk keşfedene mükafat vereceğini fermanla ilan ettiren o değil midir? -Antik Çağ'ın en modern davranışı bu olmuştur.

İnsan otuzunu geçtiğinde, olaylarla bir gökbilimcinin dedikodularla ilgilenmesinden fazla ilgilenmemelidir.

Tanrı'ya gitmek için imana uğramanın gerekiyor olması ne yazık!

Hayat -maddenin o gösteriş düşkünlüğü.

Birtek iyimserler intihar eder; artık iyimser olamayan iyimserler... Diğerlerinin, hiçbir yaşama nedenleri olmadığına göre, niçin bir ölme nedenleri olsun ki?

O kadın hakkında hiçbirşey bilmiyordum; yine de sohbetimiz en iç karartıcı havaya büründü: Ona denizden söz ettim, Eski Ahit'teki o yorumdan. Dalgaların histerisi üzerine tiradımın sonunda, kendini tutamayıp konuştuğunda şaştım kaldım: "Kendine acımak iyi birşey değil."

Tiksintilerimizin doruk noktasında, bir sıçan beynimize düş kurmak için girmiş gibidir.

Eğer Tanrı'ya inansaydım, kendimi beğenmişliğimin haddi hududu olmazdı: Sokaklarda çırılçıplak dolaşırdım...

Bitip giden bir aşk öylesine zengin bir felsefi sınavdır ki bir berberi Sokrates'in dengi yapar.

Sevme sanatı mı? Bir vampir mizacı ile dağ lalesinin ketumluğunu birleştirebilmek.

Bir yosma için canına kıyan kişi, dünyayı alt üst eden kahramandan daha bütün ve daha derin bir tecrübe yaşar.

Platon'a takılmak niye? Başka bir alemi, bize bir saksafon da onun kadar sezdirebiliyorken...

Nuh'ta geleceği okuma yeteneği olsaydı, gemisini hiç şüphesiz batırırdı.

Olaylar -Zaman'ın tümörleri...

İnsan felaket salgılar.

Kaygı -ya da baterin fanatizmi.

İt kopuk takımı bir mitosu benimserse, bir katliama, veya daha kötüsü, yeni bir dine hazırlıklı olun.

Feleğin sillesini yiyenlerin son çareleri felek fikri'dir.

 

MARCEL PROUST

Her hareketimiz,her sözümüz, her tavrımızla, onu doğrudan görmemeiş, duymamış olan insanlar arasında, geçirgenliği sonsuz değişken olan ve bizim tarafımızdan bilinmeyen bir ortam bulunur.

 

İyi bir erkekle kötü bir kadın arasındaki, taraflardan birinin yüzde yüz haklı olduğu kavgalarda bile, kötü kadının bir konuda haksız olmadığı izlenimini uyandırabilecek ufacık bir şey vardır her zaman.

 

...en karmaşık toplumların bağrında görülen büyüleyici bir doğa yasası gereği, insan sevdiğiyle ilgili tam bir cehalet içinde yaşar.

 

Aslında yalnız yaşamadığımızı, başka bir aleme ait, aramızda uçurumlar bulunan, bizi tanımayan ve bizi anlaması imkansız bir varlığa zincirlerle bağlı olduğumuzu,  hastalandığımızda farkederiz; bu varlık, bedenimizdir.

 

Ne var ki fikirler içimizde bir değişim geçirirler; başlangıçta karşılarına çıkardığımız direnişi kırarlar ve onlar için var olduğunu bilmediğimiz, hazır zihinsel hazinelerle beslenirler.

 

Hekimler ilaçlarla iyileştirdikleri her hastalık için (en azından bunun arasıra gerçekleştiği ileri sürülüyor), sağlam olan insanlarda on hastalık ortaya çıkarıyorlar; kendilerine bütün mikroplardan bin kat daha etkili olan bir hastalık etkenini, hasta oldukları fikrini aşılayarak.

 

Yorgunluk önyargıya dayalı bir düşüncenin organik uygulamasıdır.

 

Her insan yalnızdır gerçekten.

 

Bir yazarın eserinin tam olarak anlaşılıp muzaffer olması, hemen her zaman, henüz tanınmamış başka bir yazarın, güç beğenir birkaç zihinde, hakimiyetini tamamlamakta olan akımın yerine yeni bir akım koymaya başlamasından sonra gerçekleşir.

 

Aptallar, toplumsal olayların büyük boyutlarının, insan ruhuna derinlemesine nüfuz edebilmek için mükemmel bir fırsat sağladığını zannederler; oysa aksine, bu olayları kavramanın, ancak bir kişiliğin dertinliklerine inerek mümkün olacağını anlamaları gerekir.

 

Kadınların hayatında, her şey, en büyük üzüntü bile, bir prova meselesine dönüşür.

 

Hayatımızda önemli bir rol oynamış kadınların, birdenbire ve kesin olarak hayatımızdan çıktığı enderdir. Temelli hayatımızdan çıkmadan önce, arasıra hayatımıza tekrar girerler (o kadar ki bazıları bunu yeni bir aşk başlangıcı zannederler).

 

Elbette ki, insanın, hayatını, posta pulları, eski enfiye kutuları, hatta tablolar ve heykeller yerine, kadınlar uğruna feda etmesi, daha mantıklıdır.

 

Bir kadınla sürekli birlikte yaşamaya başlayın, onu sevmenize yolaçan şeylerin hiçbirini göremez olursunuz; şüphesiz, birbirinden ayrılan bu iki unsuru, kıskançlık tekrar birleştirir.   

 

ORTEGA Y GASSET

“Kuşkusuz geçen yüzyıl ortalarında ve bu yüzyıl başlarında felsefe, pozitivizm adı altında bir bilim olma iddiasındaydı, yani “bilim geçinmek” derdine düşmüştü, ama işi fazla uzatmanın yeri yok, zavallıcık kısa süreli bir alçakgönüllülük nöbetine tutulmuştu, o kadar.”

“...aşk iki yalnızlığı değiş tokuş etme, iki saklı mahremiyeti kaynaştırma denemesidir; başarılı olunduğunda, sanki suları birbirine kaynaşan iki akarsuya, ya da birbirinde eriyen bir çift aleve döner...”

“...insan aynı zamanda yine doğası gereği, toplumsallaşamayan bir varlıktır, çünkü gönlünde, yarı uyur, yarı uyanık, bir toplumdan kaçma özlemi de yatar her zaman...”

“kant’ın muhteşem hapishanesinden kaçmanın tek yolu onu özümsemektir. İnsan benliğinin özüne değin kantçı kesilmeli, ardından, onu sindirmiş olduğundan ötürü, yepyeni bir ruhla doğmalıdır..."

“...yaşamımız denen garip gerçek, bir yandan bir şeyler yapma zorunluluğu, öte yandan ne yapmamız gerektiğini kararlaştırma zorunluluğudur. Dolayısıyla, yazgıyla özgürlüğün karmaşasıdır.”

“bilim adamı çoğunlukla kendi yaşamının kalanı üstüne “açık seçik bilgilenmiş” değildir; yaşamın kalanı da hep tamamıdır.”

“yaşam kökten yalnızlıktır.”

“...eğer insan konuşurken söylemeye niyetlendiği her şeyi gerçekten hiçbir yanlış anlamaya yer bırakmayacak biçimde dile getirebilseydi, dil olanaksızlaşırdı.  Aslında açığa vurduğumuz şey sustuğumuz sayısız şeye yaslanır...”

 

N I E T Z S C H E

Kendi alevlerinizde yanmaya hazır olmalısınız:

Önce kül olmadan kendinizi nasıl yenileyebilirsiniz?

 

Ümit en son kötülüktür, çünkü işkenceyi uzatır.

 

İnsan ruhu yaptığı seçimlerle belirlenir.

 

Özdeyişler hâlinde ve kanıyla yazan kimse okunmayı değil,

Ezberlenmeyi ister.

 

Ölümün son iyiliği bir daha ölümün olmamasıdır.

 

Beni öldürmeyen şey beni güçlendirir.

 

Ve ceza, saldırgan için aynı zamanda bir hak ve şeref olmazsa,

Cezanız eksik olsun!

 

Bilgi ermişleri olmak elinizden gelmiyorsa,

Hiç değilse bilgi savaşçıları olun.

 

Yele karşı tükürmekten sakınınız!

 

Peki siz, dostlar, beğeni ve beğenme tartışılmaz mı diyorsunuz?

Fakat bütün hayat beğeni ve beğenme üstüne bir tartışmadır!

 

Kendin alabileceğin bir hakkı, bırakmayacaksın sana

Vermelerine!

 

Neysen "o" ol!

 

Ruh, hayatın bağrına saplanan hayattır.

 

Her şey birbirinden daha gereklidir.

 

Acı der: "yıkıl!"

 

Seni seviyorsam sana ne bundan?

 

İnançlar hakikat düşmanları olarak, yalanlardan daha

Tehlikelidir.

 

İnsanlar eşit değildirler.

 

Ne denli yükselirsek, uçmak bilmeyenlere o denli küçük

Görünürüz.

 

Kadını kadının içinde özgürlüğe kavuşturmalı!

 

Uçurumları sevenin kanatları olmalı.

 

En yüce dağlara tırmanan güler bütün acıklı oyunlara ve

Acıklı gerçeklere!

 

Kadının nasıl bir nimet olduğunu tüm derinliği ile hissetmek
gereklidir.

 

Neden'i olan, nasıl'a katlanır.

 

Bizler arzu edilenden ziyade arzulamaya aşığız.

 

 

Ey ulu yıldız! Kendilerine ışık saçtıkların olmasaydı, saadetin

Nerde kalırdı!

 

Zayıflar bizi kendi gücümüzden utanmaya zorladıkları için

Kazandılar.

 

Gerçekten de hayatın anlamı olmasaydı, ve ben anlamsızı seçmek

Zorunda olsaydım, bence de en seçilesi anlamsızlık olurdu bu.

 

Yaşama karşı sorumluluğumuz daha yücesini yaratmaktır. Daha

Alçağını değil.

 

Siz yükselmek isteyince yukarıya bakarsınız, bense aşağıya

Bakarım çünkü yükselmişim.

 

Bir uçurumun içine baktığınızda, uçurumda sizin içinize bakar.

 

İnsan kahkahalarla güldüğü zaman, kabalığı ile tüm hayvanları

Geride bırakır.

 

Ruh arayanda, hiç ruh yoktur.

 

Ancak öbürgündür benim olan. Kimileri öldükten sonra doğar.

 

İnanç gerçeği bilmek istememektir.

 

Yüksek dağda buz içinde gönüllü yaşamaktır felsefe.

 

Şüphe değil, kesinliktir insanı deli eden...

 

Hep öğrenci kalan insan, öğretmenine borcunu kötü ödüyor

Demektir.

 

Bugüne dek varlığa karşı en büyük itiraz neydi? Tanrı...

 

Kendini bilgiye adayan için yalnızca düşmanını sevmek yetmez;

Dostuna da kin duyabilmelidir.

 

Tek bir şey olabilmek, tek bir şeye varabilmek için, çok yerde,

Çok şey olmak, bu bendeki sağduyudur.

 

Sanat hakikatten daha değerlidir.

 

Nihilizm ne demektir?

-en yüksek değerlerin, kendilerini değerden düşürmesi.

 

Nerede canlı bulduysam, orada güç iradesi buldum;

Hizmet edenlerin iradesinde bile efendi olma iradesi buldum.

 

Ben, iki insanın daha yüce hakikati bulmak için, bir ihtirası

 

Paylaştığı bir aşk düşünüyorum.

 

Uygarlık tarafından yokedilme tehlikesiyle karşı karşıya olan

Bir uygarlık çağını yaşıyoruz.

 

Bütün yargılayanların gözünden bir cellat bakar.

 

Erdem uyumuşsa deha zinde kalkar.

 

İnsanlar ışığın çevresinde toplaşırlar, daha iyi görmek için

Değil, daha iyi parıldamak için.

Kişi, ışığını karartmayı da bilmelidir, böceklerden ve

Hayranlardan kurtulmak için.

 

Beklemek ahlaksız kılar.

 

Kanmışlıklar, doğruluğun yalanlardan daha tehlikeli

Düşmanlarıdır

HERAKLEİTOS

     

İnsan ışığa değer gecenin içinde,öldüğünde, gözünün feri söndüğünde. Diriyken ölüye değer uykuda, gözünün feri söndüğünde. Uyanıkken uyuyana değer.

 

Ters gelenler uyuşur.

 

Doğduklarında, yaşamak ve paylarını almak istiyorlar yaşamdan, (belki de daha çok ölümün dinginliğine kavuşmak) ve çocuklar bırakıyorlar arkalarında, aynı yaşam payını alacak.

 

Yasa: Bir'in istemine boyun eğmek.

 

Anlamadan dinlerken sağırlara benziyorlar. Atasözü onlar için söylenmiş: buradalar ama yoklar.

 

Her şey duman olsaydı burun deliklerimizle tanıyabilirdik her şeyi.

 

Aynı ırmaklara gireriz ve girmeyiz. Biziz ve değiliz.

 

Savaş her şeyin babası, her şeyin kralıdır; kimine tanrı der, kimine insan, kimini köle yapar, kimini özgür.

İyiyle kötü, bir ve aynı. Kesip biçen, yakan, türlü acılar veren hekimler, boşuna suçluyorlar hastalarını hak ettikleri parayı vermediklerinde. Çünkü hastalıkla aynı şey, verdikleri iyilik.

 

Yol. Düz ve eğri.

 

Yemlik burçak bulduklarında öküzler mutlu olur demek gerekirdi.

 

Güneş her gün yeni

 

Yol. Aşağı ya da yukarı, tek ve aynı.

 

Güneş olmasaydı geceyi öbür yıldızlar yapardı.

 

Ruhlar Görünmez'i koklar.

 

Kendimi aradım.

 

Ortaktır daire çemberinde başlangıç ve son.

 

Günlerin hepsi bir.

 

Hastalık sağlığı iyi ve değerli kılar, açlık tokluğu, yorgunluk dinlenmeyi.

İnsan sarhoş olduğunda küçük bir çocuk götürür onu, yalpalar nereye gittiğini bilmez, çünkü nemlenmiştir ruhu.

 

Doğa saklanmayı sever.

 

Rasgele saçılmışların en güzeli, evren.

 

Soğuk ısınır, sıcak soğur, nemli kurur, kuru ıslanır.

 

IMMANUEL KANT

·En yüce varlık: herşeyi bilen. Herşey için iyilik isteyen.

·Felsefe, insan için herzaman tamamlanmadan kalan bilgeliğe ulaşma çabasıdır.

·Doğa insana zorbaca davranır. İnsanlar birbirlerini kurtlar gibi parçalarlar. Bitkiler ve hayvanlar birbirlerinin üstünde gelişip birbirlerini boğarlar. Doğa onların gereksediği bakıma ve özene aldırmaz. Savaşlar uzun sürmüş sanat eylemlerinin kurduklarını ve koruduklarını parçalar.

·Ben, insan olarak, kendim için uzamda ve zamanda bir duyu nesnesiyim; aynı zamanda da bir anlam nesnesi -bir kişiyim: dolayısıyla hak sahibi bir ahlak varlığıyım.

·Birşeyi yapmalıysam, yapabilecek durumdayım demektir; üzerime kaçınılmazsa düşen, kurma olanaklarımın da içinde olmalıdır.

·Doğa eder (agit). İnsan eyler (facit). Amacın bilinciyle etkinlikte bulunan akıl sahibi özne, işler (operatur). Duyuya gelmeyen zihinsel neden, kılar (dirigit).

·İçimde öyle bir varlık var ki, etkinliğin nedensel ilişkileri (nexus effectivus) içinde benden ayrı olarak benim üstümde durur (agit, facit, operatur), kendi kendine özgür olarak, yani, uzam ve zaman içindeki doğa yasasına bağımlı olmadan, beni içimden yargılar (haklandırır ya da lanetler) ve ben insan, kendim, bu varlığım; bu, öyle, benim dışımda bir töz değildir; ve asıl garip olan şu: nedensellik, gene de, eyleme özgürlük içinde belirlenmişliktir (doğa zorunluluğu olarak değil).

·Üstümde Tanrı, dışımda dünya, içimde insansal tin-

·Dünyayı bilmek isteyen, onu önce kurmak zorundadır, hem de kendi içinde.

·İnsanda etkin ama duyu-üstü bir ilke vrdır ki, doğadan ve dünyanın nedenselliğinden bağımsız olarak,berikinin görünüşlerini belirler; buna özgürlük denir.

·Olabilir ki görmeyi ve işitmeyi sürekli yeniden öğrenmem gerekir; ama gene de nesnenin tasarımının benim kendimce a priori yapılması gereklidir.

·Özne kendi kendisini nasıl a priori belirler. en yüce bilgelik

·Dünyanın içindeki insan, dünyanın bilgisiyle birlikte ona aittir; ama dünya içinde ödevinin bilincindeki insan, görünüş değil, kendinde varlıktır; şey değil, kişidir.

·Kişi, özgürlük ilkelerine göre kendi kendini belirleyen varlıktır. Özerklik. Özgürlük ise kendi başına varlığın özelliğidir.

·Ben, insan, kendim için bir dışsal duyu nesnesi; dünyanın bir parçasıyım.

·Tek bir dünya vardır: çünkü olanaklı deneyimin nesneleri olarak duyusal görünün biçimlerinin üzerinde kurulu olduğu uzamın ve zamanın mutlak birliği vardır.

·Ben, insan, bir dünya varlığıyım ve kendim de dünyaya aitim. Şeylerin tümü benim içimdedir, hem de dışımda (exstra; praeter değil).

·Tanrı kutsal olandır, ama kutsal bir varlık yapamaz.

·Özgürlük kavramı: kendi kendinin yaratıcısı olmak.

·Özne kendi dışında etkindir.

·Madde dünya uzamının heryerindedir. Cisimler ayrı ayrı dururlar.

·İnsan, bir dünya varlığıdır, ama, kendi kendisini (onun) bir üyesi olarak kuran (varlık).

·Nereden geliyor bana bu fikirler dizisi? Varlıkların bütünlüğü akla a priori verilmiş bir kavramdır; benim kendi bilincimden kaynaklanır. Düşünmemin nesnelerini elde edip onları kavrayabilmeliyim, yoksa kendimin bilincinde olamam (cogito, sum: burada ergo demeye gerek yok). Bu autonomia rationis purae'dır; çünkü bu olmasaydı, verilmiş bir görü konusunda bile, düşünceden yoksun kalırdım; varolduğumu bilmeden, bir hayvan gibi varolurdum.

·Akıl, kaçınılmazca, nesneler yaratır kendi kendisine. Bu yüzden her düşünenin bir tanrısı vardır.

·Yaşamın peşinden gelen cansızlık ölümdür.

·İnsanın yalnızca düşünmesi değil; kendi kendine, düşünüyorum, diyebilmesidir, onu bir kişi kılan.

·Felsefe, aklın kendisine verdiği, kendi kendini kuramsal ve kılgısal bakımdan nesne kılma görevidir.

·Felsefeyi felsefe yapma işi olarak değil, tamamlanmış bir bütün olarak ortaya koymak. Kimseye aşkın filozof denemez.

·Bütün bilginin en son amacı en yüce kılgısal akılda kendi kendini tanımaktır.

 

Arthur SCHOPENHAUER 

Aristoteles’in laf arasında söylediği bir cümleyi tüm yaşam bilgeliğinin en başta gelen kuralı olarak kabul ediyorum: “Zevkin değil, acısızlığın peşine düşer akıllı kişi” ya da “Akıllı kişi hazzı değil, acısızlığı erek edinir.” Bunun doğruluğu tüm hazzın, tüm mutluluğun özünün negatif, acınınkinin ise pozitif olmasından geliyor.

 

Yaşam bilgeliğinin önemli bir öğesini, dikkatimizi, biri ötekini bozmasın diye kısmen şimdiki zamana kısmen de geleceğe yöneltmekle gerçekleştirdiğimiz doğru oranlama oluşturur. Pek çok insan gereğinden fazla şimdiki zamanı yaşar: Hafifmeşrepler; ötekiler ise gereğinden fazla gelecekte: Ürkekler ve tasalılar. İnsanın bu konuda doğru ölçüyü tutturması enderdir. Çabaları ve umutlarıyla yalnızca gelecekte yaşayanların, hep ileriye bakanların, gerçek mutluluğu ancak onların getireceğini düşündükleri gelecek şeylere doğru sabırsızlıkla atılanların ve bu arada şimdiki zamanın dikkat edilmeksizin, tadına varılmadan önlerinden akıp gitmesine izin verenlerin durumu, bütün akıllı tavırlarına rağmen, İtalya’daki o eşeklerinkiyle karşılaştırılabilir: Bu eşeklerin kafalarına ucunda saman demeti asılı bir sopa takılarak yürüyüşleri hızlandırılır; demeti sürekli tam önlerinde görür ve ona ulaşmayı umar eşekler. Çünkü bu kişiler ölünceye dek biteviye ad interim (eğreti olarak ç.n.) yaşamakla tüm varoluşları temelinde kendi kendilerini aldatırlar. O halde, sadece ve haep geleceğe ilişkin tasarılarla, kaygılarla uğraşmaktan ya da kendimizi geçmiş özlemine kaptırmaktansa şunu hiç akıldan çıkarmamalıyız: Tek gerçek ve tek kesin olan şey şimdiki zamandır; gelecek ise hemen her zaman düşündüğümüzden farklı çıkar, hatta geçmiş de farklıydı, öyle ki, bunların her ikisi de bütün olarak ele alındığında bize göründüğünden daha az önem taşır. Çünkü nesneleri göze küçülten uzaklık düşünceye büyütür. Yalnızca şimdiki zamandır hakiki ve gerçek olan; o real olarak doldurulmuş zamandır, varoluşumuz da yalnız onun içinde yer alır. Bundan ötürü şimdiki zamanı daha neşeli bir karşılamaya değer bulmalıyız, dolayısıyla da katlanabilir olan ve somut terslikler ya da acılar taşımayan her saatin bilinçle tadını çıkarmalıyız, yani bu saatleri geçmişte boşa gitmiş umutları düşünerek ya da gelecek için tasalanarak asılan yüzlerle bulandırmamalıyız.ş

 

Tüm sınırlamalar kişiyi mutlu kılar. Görme, etki ve temas alanımız ne denli dar ise o denli mutlu olururuz; ne denli geniş ise o denli sıklıkla kendimizi azap içinde ya da ürkütülmüş duyumsarız. Çünkü bu alanla birlikte kaygılar, istekler, ürkünç şeyler de çoğalır ve büyür.

 

Kendine yetmek, kısacası kendi olmak kuşkusuz mutluluğumuz için en yararlı niteliktir.

 

Mutluluğu ulaşmada yüksek sosyete yaşamından, zevk ve sefadan (high life) daha yanlış bir yol seçilemez: Çünkü bu yaşam sefil varoluşumuzu sevincin, hazzın, zevkin birbirini izlediği bir yaşantılar yumağına dönüştürmeyi amaçlar. Bu sırada hayal kırıklığının ortaya çıkmaması ise mümkün değildir.

 

O halde, yalnızlığı sevmeyen, özgürlüğü de sevmez: Kişi ancak yalnız olduğunda özgürdür çünkü.

 

Gençliğin en başta gelen öğrenimlerinden biri yalnızlığa katlanmayı öğrenmek olmalı; yalnızlık mutluluğun, ruh dinginliğinin kaynaklarından biridir çünkü.

 

Toplumculluğa ayrıca, yanyana duran insanların birbirlerini tinsel olarak ısıtması diye de bakılabilir, tıpkı çok soğuk bir havada biraraya sıkışmakla bedenlerini ısıtmaları gibi. Kendisinde epey tinsel sıcaklık bulunan kişinin yalnızca bu tür kümeleşmelere gereksinimi yoktur.

 

Yalnızlık bütün olağanüstü kafaların yazgısıdır: Onlar bu yalnızlıktan zaman zaman yakınsalar da ehveni şer olarak hep onu seçeceklerdir.

 

Ama her kim özellikle gençlik yıllarında insanlardan duyduğu ve haklı da olan hoşnutsuzluk onu yalnızlığa ittikçe bu yalnızlığın ıssızlığa zamanla katlanamıyorsa, ona kendi yalnızlığının bir bölümünü topluluğa giderken beraberinde götürmeye alışmasını, yani topluluk içinde de belli ölçüde yalnız olmayı öğrenmesini, dolayısıyla da ne düşündüğünü hemen başkalarına bildirmemesini, öte yandan ise onların söyledikleri üzerinde titizlikle durmamasını, ne ahlâksal ne de entellektüel açıdan bu söylenenlerden fazla bir şey beklememesini, bu nedenle de onların düşüncelerine ilişkin olarak övülesi bir hoşgörüyü hep canlı tutmanın en güvenilir yolu olan o kayıtsızlığı kendi benliğinde sağlamlaştırmasını salık veririm.

 

Bundan sonra o kişi diğerlerinin arasında bulunmasına rağmen, gene de tam olarak onların topluluğunda olmayacak, onlarla ilişkilerinde salt nesnel davranacaktır daha çok. Buysa onu toplulukla pek yakın temastan, böylelikle de karalanmanın ya da yaralanmanın her türünden koruyacaktır.

 

 

Bir kere başgöstermiş, yani değiştirilmesi artık mümkün olmayan bir olayda insan başka türlü olabilirdi diye düşünme hakkını bile kendine tanımamalı, hele bu olay nasıl önlenebilirdi diye hiç düşünmemeli. Çünkü tam da bu düşüncedir acıyı katlanılmaz bir boyuta çıkaran.

 

Küçük nesneler göze yakın tutulduğunda nasıl görüş alanımızı sınırlayarak dünyayı bizden saklıyorsa, en yakın çevremizin insanları ve nesneleri de, bumlar son derece önemsiz ve ilgimiz dışında olsa bile,  çoğu kez dikkatimizi ve düşüncelerimizi gereğinden fazla, üstelik hiç de hoş olmayan bir tarzda meşgul edip önemli düşüncelerin, sorunların yerini alacaktır. İnsan buna karşı savaşmalı.

 

Kişi kendi çabalarına yön verecek ışığı hayal gücünün imgelerinden değil, açık seçik düşünülmüş kavramlardan almalı. Ama bunun tersi olur çoğunlukla.

 

Dünyayla başa çıkabilmek için hayli sakınganlık ve hoşgörüyü yedeğinde bulundurmakta yarar vardır: Sakınganlık kişiyi zaradan ve kayıptan, hoşgörü ise kavgadan ve çatışmadan korur.

 

Dinleyiciler önünde ya da toplumda söylenen veya literatürde yazılan, muhtemelen kabul de gören, en azından çürütülmeyen her yanlışlık karşısında umutsuzluğa düşmemeli insan, bunun böyle kalacağını da düşünmemeli, tersine konunun sonradan ve gitgide sindirileceği, aydınlatacağını, etraflıca ele alınacağını, tartılacağını, tartışılacağını çoğunlukla da sonuçta doğru değerlendirileceğini bilip teselli bulmalı. Konunun güçlüğüyle orantılı bir süre geçtikten sonra hemen herkes, aydın bir kafanın ilk anda görmüş olduğunu kavrar sonunda. Bir süre içinde sab-retmek gerekiyor kuşkusuz. Çünkü kandırılmışlar arasında kavrayışı sağlam bir adam, saat kulelerinin hepsi yanlış ayarlanmış bir kentte, saati doğru işleyen birine benzer. Tek o bilir doğru zamanı: Ama bunun ne yararı dokunur ona? Herkes kentin yanlış saatine uyar, doğru zamanı yalnız onun saatinin gösterdiğini bilenler bile.

 

İnsanlar affedildiklerinde küstahlaşmak bakımından çocuklara benzerler: O nedenle hiç kimseye karşı gereğinden çok yumuşak başlı, sevecen olmamalı. Kişi kural olarak bir dostunu, onun bir borç talebini geri çevirerek değil, ona bu borcu vermekle pek kolay yitireceği gibi, aynı şekilde, gururlu, biraz da kayıtsız bir davranışıyla değil, ama gereğinden çok nezaket ve gönül okşama sonucunda dostundan olacaktır; bu sayılanlar dostu büyüklük taslayıcı, katlanılmaz kılarak kopuş’a neden olur. Ama insanlar onlara gerek duyulduğu düşüncesini, özellikle bunu hiç kaldıramazlar; bu düşünceye ayrılmazcasına eşlik eden şeyler kütahlık ve kurumdur. Kimi insanlarda, kendileriyle meşgul olunması, sözgelimi sık sık ya da içtenlikli bir tarzda konuşulması bile bir ölçüde böylesi bir düşünceye yol açabilir: Onlar hemen o kişinin kendilerine biraz da boyun eğmek zorunda olduklarını düşünecekler, nezaket sınırlarını da aşmaya çalışacaklardır.O nedenle pek az insan daha içtenlikli herhangi bir ilişkiye elverişlidir. Gene bundan dolayı, bayağı yaradılışlı olanlarla aynı düzeye düşmekten özellikle sakınmak gerekir. Hele bir kimse benim için, benim kendisi için olduğumdan daha çok gerekli olduğu düşüncesine varırsa, sanki ondan bir şey çalmışım gibi bir izlenime kapılır hemen: Öç almaya ve o şeyi yeniden elde etmeye uğraşacaktır. İlişkide üstünlük kişinin hiç biçimde başkalarına gereksinim duymamasından, bunu da göstermesinden doğar yalnızca. Bundan ötürü, erkek olsun kadın olsun herkese, kendisinden pekâlâ vazgeçebileceğini zaman zaman duyumsatmak salık verilmeye değer: Dostluğu pekiştirir bu; hatta çoğu kişiye arasıra bir parça horgörü sezdirmenin zararı yoktur: Dostluğumuza bir okadar değer verirler.

 

Vahşiler birbirlerini yiyorlar, ehliler birbirlerini aldatıyorlar, buna da dünyanın gidişi deniyor. Devletler dışa ve içe yönelik tüm mekanizmaları, zorbalık araçlarıyla insanları sınırsız adaletsizliğe sınırlar koyma önlemlerinden başka nedir ki?

 

İnsan kendi bedeninin ağırlığını, hareket ettirmek istediği her yabancı cisiminkinden farklı olarak, nasıl duyumsamaksızın taşırsa, aynı şekilde kendi kusurlarını ve kötülüklerini değil, ötekilerinkini farkeder yalnızca. Ama buna karşılık, her bir kişinin ötekinde, içinde kendi kötülüklerini, kusurlarını, yakışıksız hareketlerini, her tür itici davranışını açıkca gördüğü bir aynası vardır. Ne var ki kişi, bu bağlamda, bir köpek gibi davranır çoğunlukla, içinde bizzat kendini gördüğünü bilmediğinden, bunun başka bir köpek olduğunu düşündüğünden aynaya havlayan köpek gibi.

 

Gerçek, sahih dostluk ötekinin mutluluğuna ve mutsuzluğuna güçlü, salt nesnel, bütünüyle de ilgiden bağımsız bir katılımı, bu da sahici bir “kendini-dostuyla-özdeşleştirme” yi öngörür. Buna insanın yapısından gelen bencillik o denli karşı durur ki, gerçek dostluk tıpkı devasa deniz yılanları gibi masal yaratıkları mı yoksa herhangi bir yerde mevcut varlıklar mı oldukların bilmediğimiz şeyler arasına girer.

 

·        İnsanları, bir süre önce başımıza gelen hatırı sayılır bir felaketi onlara anlatmak ya da herhangi kişisel bir zaafımızı onların önüne açıkça sermek kadar kesin bir biçimde keyiflendiren pek az şey vardır. Karakteristik bir olgu!

 

Dostlar kendilerini açık sözlü diye adlandırıyorlar. –Açık sözlü olan düşmanlardır: O nedenle düşmanların yergisinden kendilik bilgisi için yararlanmalı kişi, acı bir ilaç diye.

 

Dinlemek durumunda olduğumuz bir konuşmanın saçmalıkları canımızı sıkmaya başladığında, bunun iki soytarı arasında geçen bir güldürü sahnesi olduğunu düşünmeliyiz.

 

Kişi kendi davranış tarzı için hiç kimseyi örnek almamalı, çünkü konum, koşullar, ilişkiler asla aynı değildir; çünkü karakterin farklılığı davranışa da farklı bir görünüm verir. İnsan iyice ölçüp biçtikten, tam bir açıklıkla üzerine düşündükten sonra kendi öz karakterine göre eylemelidir. O halde, davranış alanında da özgünlük vazgeçilmezdir: Aksi takdirde, kişinin yaptığı kendi olduğu şeye yakışmaz.

 

Hiç kimsenin fikrine karşı çıkmamalı, tersine şunu düşünmeli: Onu inandığı bütün saçmalıklardan vazgeçirmek isteseydik, bunun üstesinden gelemeden yaşımız Mathusalem’inkine ulaşırdı.

 

Dünyaya onu gerçekten ve önemli konularda aydınlatmak için gelmiş olan kişi eğer bundan yara almadan kurtulursa kendini şanslı sayabilir.

 

Birinin yalan söylediğinden kuşkuya düşüldüğünde, ona inanıyormuş gibi görünmeli; o zaman küstahlaşır, daha şiddetli yalan söyler kişi ve kendini ele verir. Gizlemek istediği hakikati kısmen ağzından kaçırdığında ise söylediğine inanıyormuş gibi davranmalı; kişi bu durumda, yapılan itirazın onu kışkırtmasıyla tüm hakikatin arkada mevzilenmiş unsurlarını yavaş yavaş ileriye gönderir.

 

“Ne sevmek ne de nefret etmek” tüm pratik yaşam bilgeliğinin bir yarısını, “Hiçbir şey söylememek ve hiçbir şeye inanmamak” da diğer yarısını oluşturur. Ama kişi bu ve bunu izleyecektürden kuralları zorunlu kılan bir dünyaya seve seve sırtını dönecektir elbette.

 

Hayatta oyun satranç oyununda olduğu gibidir: Biz bir plan yaparız, am bu plan satranç oyununda rakibin, hayatta ise yazgının keyfine göre eyleyeceği şeye bağlı kalır. Planımızın böylelikle uğratıldığı değişiklikler o denli büyük olur ki, uygulanmasında ancak temel birkaç özelliğinden güçlükle tanınabilir bu plan.

 

İnsan zamanın etkisini ve şeylerin değişebilirliğini sürekli göz önünde bulundurmalı, o nedenle de şimdi olup biten her şeyde hemen bunun karşıtını tasarımlamalıdır, yani mutlulukla mutsuzluğu, dostlukla düşmanlığı, güzel havada kötü havayı, aşkta nefreti, güven duymada ve yüreğini açmada ihaneti ve pişmanlığı –ve tersini- imgeleminde açık seçik canlandırmalıdır. Bu bizim için, hep temkinli duracağımızdan, o kadar kolaylıkla da aldatılmayacağımızdan, gerçek pratik yaşam bilgeliğinin tükenmez bir kaynağı olurdu.

 

Ancak doğal akışlarına bıraktığımız takdirde iyice ve kökten şifalar bulduğumuz hastalıklar vardır. Hastalığın doğal seyrinde bunlar hiçbir iz bırakmadan silinip gider. Fakat hemen ve şimdi, tek şimdi sağlıklı kalmak istediğinde, burada zaman avans vermek zorundadır: Hastalık kovulur, ama bu avansın faizi yaşam boyu güçten düşme ve süreğen rahatsızlıkdır.

 

Zekâları sıradan olanlarla parlak olanlar arasında karakteritik ve kamu hayatında çok sık açığa çıkan bir fark, birincilerin mümkün tehlikeleri düşünürken, değerlendirirken her zaman yalnızca önceden buna benzer neyin olup bittiğini sorması ve bunu dikkate alması, ikincilerin ise muhtemelen neyin olabileceğini bizzat kendilerinin düşünmesidir.

 

Öfkeli bakan değil, akıllı bakan korkunç ve tehlikeli görünür.:Kuşkusuz insan beyni arslanın pençesinden daha korkunç bir silahtır.

 

·        İlkbaharın başlangıcında ağaç yapraklarının tümü nasıl aynı renge ve neredeyse aynı biçime sahipse biz de çocukluğumuzun erken döneminde hep birbirimize benzeriz, o nedenle de olağanüstü kaynaşırız. Ama ergenlikle birlikte farklılaşma başlar ve tıpkı bir çemberin yarıçaplarının birbirinden uzaklaşan çizgileri gibi gittikçe büyür.

 

·        Yaşamın ilk yarısının ayırd edici özelliği doyurulmamış mutluluk özlemi ise, ikinci yarısınınki de mutsuzluk endişesidir.

 

·        Çünkü ikinci yarıyla birlikye az ya da çok açık bir biçimde tüm mutluluğun kuruntu, buna karşılık ıstırabın gerçek olduğu bilgisi ortaya çıkmıştır. O nedenle de, en azından daha aklı başında olanlar bu hazdan çok acısızlığı ve rahatsız edilmedikleri bir durumu erek edinirler.

 

·        Bunun sonucu olarak yaşamın ikinci yarısı da, tıpkı bir müzik parçasının ikinci yarısı gibi daha az canlılık, ama ilkinden daha çok rahatlık içerir. Buysa kişinin gençliğinde kimbilir dünyada ne mutluluklarla, ne hazlarla karşılaşabileceğini, ancak bunlara erişmenin zor olduğunu sanmasından kaynaklanır. Oysa yaşlılıkta bilir kişi, elde edilecek hiçbir şeyin olmadığını, yani bu konuda bütünüyle rahatlamış olarak, katlanılabilir bir şimdiki zamanın tadını çıkarır ve küçük şeylerden bile sevinç duyar.

 

·        Gençken, yaşamımızın akışı açısından önemli, etkili olayların ve kişilerin büyük gürültülerle ortaya çıkacağını sanırız: Ama yaşlılıkta geriye dönüp baktığımızda, bunların hepsinin son derece sessiz, neredeyse farkedilmeksizin arka kapıdan gizlice içeriye girmiş olduklarını görürüz.

 

·        Hatta hayat, herkese yaşamının ilk yarısında yüzünün, ikincisindeyse tersinin gösterildiği işlenmiş bir kumaşla karşılaştırılabilir: Tersi pek o kadar güzel değildir, ama daha eğiticidir; ipliklerin birbirleriyle bağlantısını görmemize izin verir çünkü.

 

·        Bir geminin üzerindeyken onun ilerleyişini ancak kıyıdaki cisimlerin geri çekilip küçülmesinden farkettiğimiz gibi, yaşlanıp-daha da yaşlandığımızı da gitgide daha yaşlı kişilerin bize genç görünmesinden anlarız.

 

·        Gençlikte görü, yaşlılıkta düşünme ağır basar: O nedenle, ilki şiir, ikincisiyse daha çok felsefe çağıdır.uygulamada da, gençlikte kişiyi görülmüş olan ve bunun izlenimi, yaşlılıkta ise yalnızca düşünme derinden etkiler.

 

·        Gene de gençlik bilgi ağacının kökü olmayı sürdürür, meyvaları taşıyan ancak ağacın tepesi olsa bile.

 

·       Geniş anlamda şu da söylenebilir: Yaşamımızın ilk kırk yılı bize matni, bunu izleyen otuz yılı ise metnin yorumunu sunar.ancak yorumdur bize metnin gerçek anlamını ve bağlamını iyice kavramayı öğreten; metnin içerdiği moralle ve tüm inceliklerle birlikte.

 

·        İnsan yaşlılıkta felaketleri önlemeyi, gençlikte ise bunlara katlanmayı daha iyi bilir.

 

·        Gençlikle yaşlılık arasında temel fark her zaman şu olacaktır: Gençliğin önünde yaşam, yaşlılığın önünde ölüm vardır; böylece gençlik kısa bir geçmişe, uzun bir geleceğe sahiptir, yaşlılıkta ise durum tam tersinedir.

 

·        İnsan yaşamına, aslında bu yaşam diğer bütün zaman uzunluklarını kendisine göre değerlendirdiğimiz ölçü olduğundan, gerçekte ne uzun ne de kısa denebilir. Çünkü, uzun da yaşasa, insan bölünemez olan şimdiki zamandan daha fazlasını hiçbir zaman elinde bulunduramaz:Anımsama ise artış yoluyla kazandığından daha çoğunu unutma yoluyla yitirir her gün.

 

·        O halde, insanın bizzat kendinde sahip olduğu şey, yaşamın mutluluğu için hepsinden önemlidir.

 

·        Zeki insan öncelikle acısızlığa, kötü muameleye maruz kalmamayı, dinginliği ve boş zamanı erek edinecektir. Bunun sonucunda, sessiz, mütevazi, ama olabildiğince rahat bırakıldığı bir yaşam arayacak, buna uygun olarak da, sözüm ona insanlarla birkaç tanışıklıktan sonra yalnızlığı, hatta büyük bir zekâ sözkonusu ise inzivayı seçecektir. Çünkü kişi bizzat kendinde ne denli çok şeye sahipse, dışarıdan da o denli az şeye gereksinim duyar ve diğer insanlar da ona o denli az şey ifade edebilirler.

 

·        Zekâ üstünlüğünün kişiyi toplumcul olmamaya götürmesi bundandır. Eğer toplumun niteliği niceliği tarafından ikame edilebilseydi, o zaman toplumun önde gelen çevrelerinde bile yaşama zahmetine değerdi: Ama ne yazık ki üstüste yüz budalanın toplamından zeki bir adam çıkmaz.

 

·        Zenginlik deniz suyuna benzer: ne denli çok içilirse o denli çok susatır. –Aynı şey ün için de geçerlidir.

 

·        Kuşkusuz alçakgönüllülük erdemi alçaklar için yapılmış büyük bir buluştur; bu erdeme uygun olarak herkes kendinden sanki aşağılık biriymiş gibi söz etmek zorundadır. Buysa dünyada yalnızca aşağılık insanlar varmış gibi bir durum ortaya çıkarmakla her şeyi olağanüstü bir biçimde eşitleştirir.

 

·        Buna karşılık gururun en ucuz türü ulusal gurudur. Bu gurur, onunla malul kişide, gurur duyabileceği bireysel niteliklerin eksikliğini ele verir. Bu kişi aksi takdirde binlerce insanla paylaştığı bir şeye el atmayacaktı. Önemli kişisel meziyetleri olan, en açık biçimde kendi ulusunun kusurlarını bilecektir daha çok; çünkü bunlar hep onun gözünün önünde durmaktadır. Ama dünyada gurur duyabileceği hiçbir şeyi olmayan her acınası alık, ait olduğu ulustan gurur duymakla son çareye el atmış olur.

 

 

 

ÖMÜR SERMAYESİ TÜKENİYOR...
 
 









BİR AYET-BİR HADİS-BİR DUA
 


 
 
Bugün 17 ziyaretçi (26 klik) kişi burdaydı!

MERHABA... DİN KÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ ÖĞRETMENİ OSMAN YALÇINTAŞ'IN WEB SİTESİNE HOŞGELDİNİZ Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?

Ücretsiz kaydol